22 Aralık 2013 Pazar

Talaylar Restaurant - Antalya, Kaş, Ağullu Köyü



Kaş'ta en sık gittiğimiz restoranlardan biri, Kaş-Antalya yolu üzerindeki Ağullu Köyü'ndeki Talay Restaurant. Kaş'ta kışın açık restoran azdır, burası yaz kış açık bir aile restoranı. Mutfaklarının kapıları her daim açık, taş fırınları da ortada. Lahmacun ve pidelerini tavsiye ederim.

Sebzeli pide pek sevmem ama buranın sebzeli pidesini özellikle tavsiye ediyorum.
İçindekiler: Domates, biber ve mantar.
Lahmacunları kızımın favorisi. Bazen sabah gözünü açar açmaz "Lahmacuncuya gidelim" diyor :)
Fırında kaşarlı mantarı da sade ve çok lezzetli, mantar sevenler için.
Köftelerini ne yazık ki tavsiye edemiyorum, bir defa denedik, fazla kuru ve sert bulduk. Ama eğer varsa aynı şekilde pişmiş kanadı daha lezzetli, denenebilir.
Lahmacunun yanında her zaman bu üçlü geliyor. Salata yazın bol domatesli, kışın bol kırmızı lahanalı. Sol arkadaki kırmızı domatesli meze acılı ama tadı bir harika. Sol arkadaki naneli süzme yoğurt, son derece ekşi ama ben bayılıyorum.
Gittiğiniz mevsime göre ekstra mezeler de çıkabiliyor. Turşu ve yeşil zeytin de diğerleri gibi kendi yapımları.
Ağullu Köyü'nün suyu meşhur. Buz gibi kaynak suyu bu maşrapalarla geliyor önünüze ve suya para almıyorlar elbette. Yaz günü buz gibi kaynak suyu harika oluyor. Eğer açık ayran talep ederseniz, onlar da böyle maşrapada geliyor. Süzme yoğurttan yapıldığı için ayranları çok ekşi, ben bayılıyorum ama kızım içemiyor.
Kışın giderseniz restoranın içi böyle. Şık değil ama sıcak ve temiz bir ortam. Arkadaki boru da soba borusu, kışın sobada ısınabilirsiniz. Lahmacuncu abisi lahmacunu yaparken, kızım da sandalyeye çıkıp onu seyretmeye bayılıyor. İçeride bir de televizyon var ama kızım oradayken ekrana baktığını görmedim hiç, fırını ve mutfağa girip çıkanları izlemek daha cazip geliyor
Dışarının genel fotoğrafını çekmemişim. Harika bir bahçesi var. Özellikle arka taraftaki bahçeyi görmenizi tavsiye ederim. Çeşit çeşit ağaçlar, tavuklar vs. Bahçede köşkler var, yerden yüksek ahşap yerler. Minderlere yani yere oturuyorsunuz ve yer sofrasında yemek yiyorsunuz. Eğer yere oturmam diyorsanız masaları da var. Ama bizim kız köşkte yemeye bayılıyor. Kendisini o sedirden bu sedire atıp duruyor. Bu fotoğrafta da geçen sene kedi yavrularını lahmacunu ile beslerken görülüyor :)

Restoranın bahçesinin üstü asmalarla çevrili. Ağullu Köyü zaten rakım olarak yüksekte kaldığından Kaş'ın merkezinden 7-8 derece daha soğuk oluyor, bir de asmalar serinlik yapınca Kaş'ın sıcağından sonra cennet gibi geliyor. Meyveleri de öyle lezzetli ki, ben genellikle pide gelmeden üzümle doymuş oluyorum. Eğer mevsimini yakalayabilirseniz ön bahçede bir de dut ağacı var ki meyvesi inanılmaz tatlı.

Geçen sene yani 3 yaşındayken bir bütün lahmacunu, arasına salata koydurup yiyordu bizim kız.

Bu sene 4 yaşında Ömer Amca, merdanesini kızıma teslim etti. Kızım da lahmacun yaptı, büyüyünce yemekçi olmak istiyor.
Ortadaki küçük lahmacunu kızım yaptı.

Sonra da kendi yaptığı lahmacunu şapırdana şapırdana yedi.

Restoranın ön tarafında bir de gözleme yeri açtılar bu sene. Yazın restoranda gözleme yiyebilir ya da köy kahvaltısı yapabilirsiniz.

Restoranın fiyatları çok uygun, özellikle eğer büyük şehirden geliyorsanız, iki tane lahmacunun yanında gelen onca mezeyi tadınca ödediğiniz para gözünüze az görünüp ayrıca bol bahşiş bırakma isteği duyabilirsiniz.

Talaylar Kaş-Antalya yolu üzerinde olduğundan arabayla yolculuk yaparken de uğrayabilirsiniz. Önünde park edecek alan mevcut.

Kaş'tan Ağullu Köyü'ne minibüs de kalkıyor. Köy, Kaş merkezden arabayla 10 dakika mesafede.

Gitmeden aramak isterseniz:
0 242 839 55 19 ve 0539 850 33 77 numaralı telefonlardan ulaşabilirsiniz.

14 Kasım 2013 Perşembe

Sistem Karşıtı Olmak Ne Demektir? "Kutsal Ekonomi"



Ben sistem karşıtıyım...
Bu cümleyi kurar kurmaz, karşımdakinin yüz ifadesi genellikle değişir. Anladığım kadarıyla "sistem karşıtı" olmak anarşist, komünist vb bir takım -izm'lerle veya vatan millet, devlet ve hatta daha da spesifikleştirilerek hükümet düşmanı olmak gibi anlaşılıyor. Benim de kendime göre bir siyasal ve dünya görüşüm var elbette. Ama tüm zamanlarda, tüm insanlık için mutlak tek bir doğru olduğuna inanmadığımdan ve değişik fikirlerin bir arada olmasının en sağlıklısı olduğunu gördüğümden, kendi siyasal düşüncemden pek bahsetmem; benim düşüncem doğrudur, sizinki yanlıştır iddiasında bulunmam. Ancak sistemin bozuk olduğu konusunda son derece iddialıyım. Gel gör ki kastımı anlatmaktan acizim...Baktım ki derdimi anlatamıyorum, ben de uzun süredir "sisteme karşıyım" cümlesini kurmuyordum. Ama okuduğum bir kitapta, bir ekonomik meselle karşılaştım ki bundan daha yalın ifade edilemezdi anlatmak istediklerim. Bu meseli paylaşmak istiyorum.
Meseli yukarıda gördüğünüz kitaptan olduğu gibi aktarıyorum. Kitabı aşağı yukarı altı aydır okuyorum desem yalan olmaz, hala yarısına gelmeyi bile başaramadım. Gerçekten dolu bir kitap, yavaş yavaş özümseyebiliyorum okuduklarımı... Bahsi geçen mesel kitabın 93 ila  96'ıncı sayfaları arasında,  kitabın yazarı da başkasından alıntılayıp daha da geliştirmiş hikayeyi. Kitabın yazarı Charles Eisenstein bu meseli, sıra dışı bir ekonomi vizyoncusu olan Bernard Lietaer'in The Future of Money isimli kitabından alıntılamış. Meselde faize dayalı para sisteminden doğan ve sürekli büyümeye dayalı ekonomik sistemin dünyayı ve insanlığı getirdiği yer çok net betimlenmiş. Bu meseli okuduktan sonra bir ekonomist ya da Başbakan çıkıp da "Bu sene bu kadar büyüdük, ekonomimize şu kadar para girdi, gayri safi milli hasılamız bilmem ne kadar arttı" dediğinde, dönüp cebine bakıp "Nerede arkadaş bu kadar para? Ve neden ben bu kadar zenginleşmiş bir ülkede dünden daha kötü koşullarda (pis hava, su, toprak, zehirli yiyecekler vs vs) yaşamak zorunda kalıyorum?" diye sormayı akıl eden birine, ayrıntılı açıklama yapabilirim belki ve göğsümü gere gere "Ben bu sisteme karşıyım arkadaş!" diyebilirim. İşte kıssadan hisse hikaye:



On Birinci Halka (The Eleventh Round)

Not: Meseldeki "tavuk" kelimesinin karşılığını "mal ve hizmetler" olarak okuyabilirsiniz.

Bir zamanlar, taşradaki küçük bir köyde insanlar tüm işlerini takasla yaparlardı. Her pazar günü yanlarında tavuklar, yumurtalar, jambonlar ve ekmeklerle etrafta dolaşıp, ihtiyaç duydukları şeylerin değiş tokuşu için uzun uzun pazarlık ederlerdi. Yılın, hasat ya da bir fırtınadan sonra aralarından birinin ahırnını büyük bir onarıma ihtiyaç duyması gibi önemli dönemlerinde, eski ülkelerinden getirmiş oldukları, birbirlerine yardım etme geleneğini hatırlarlardı. Günün birinde kendilerinin bir sorunu olduğunda başkalarının da onlara yardım edeceğini bilirlerdi.

Bir pazar gününde, parlak siyah ayakkabıları ve şık beyaz şapkasıyla bir yabancı gelip, tüm bu süreci müstehzi bir gülümsemeyle seyretti. Çiftçilerden birini büyük bir jambon karşılığında değiş tokuş etmek istediği altı tavuğu yakalamak için koştururken gördüğünde kendini gülmekten alamadı. "Zavallılar", dedi, "ne kadar ilkeller". Çiftçinin karısı onu duyup meydan okudu: "Tavuklarla daha iyi başa çıkabileceğini mi sanıyorsun?". "Tavuklarla hayır," diye yanıt verdi yabancı. "Ama tüm bu dalaşı ortadan kaldırmanın daha iyi yolları var.". "Öyle mi, neymiş o?" diye sordu kadın. "Şuradaki ağacı görüyor musun?" dedi yabancı. "Orada aranızdan birinin büyük bir sığır derisi getirmesini bekleyeceğim. Sonra her aile bana gelsin. Bu daha iyi yolu açıklayacağım."

Ve işte böyle oldu. Sığır derisini alıp kusursuz deri halkalar kesti ve her halkanın üzerime şık ve zarif küçük bir damga vurdu. Sonra her aileye 10 halka verdi ve bunların her birinin bir tavuğun değerini temsil ettiğini söyledi. "Artık ticaretinizi ve pazarlığınızı baş belası tavuklar yerine bu halkalarla yapabilirsiniz", diye açıkladı.

 Mantıklı görünüyordu. Parlak ayakkabılı, hoş şapkalı adam herkesi etkilemişti.

Ailelerin hepsinin kendi halkalarını almalarını bekledikten sonra, "Ah, aklıma gelmişken", diye ekledi, "bir yıl sonra geri gelip aynı ağacın altına oturacağım. Her birinizin bana 11 halka geri vermenizi istiyorum. Bu 11. halka, yaşamlarınızda mümkün kıldığım teknolojik gelişim için hissettiğiniz takdirin simgesi olacak.". Altı tavuklu çiftçi, "Ama 11. halka nereden gelecek?" diye sordu. Yüzünde yatıştırıcı bir gülümsemeyle, "Göreceksiniz", dedi adam.

Ertesi yıl boyunca nüfusun ve yıllık üretimin tam olarak aynı kaldığı varsayılırsa, ne olacağını düşünüyorsunuz? 11. halkanın hiç yaratılmamış olduğunu unutmayın. Dolayısıyla, işin sonunda, herkes işlerini gayet iyi yürütse bile, diğer 10 ailenin 11. halkayı bulabilmesi için her 11 aileden birinin tüm halkalarını kaybetmesi gerekecek.

Böylece bir fırtına ailelerden birinin ekinlerini tehdit  ettiğinde, insanlar felaket gelmeden önce hasadın ılyardım etmeye zamanlarını ayırmakta eskisi kadar cömert davranmadılar. Pazarda tavukların yerine halkaların değiş tokuş edilmesi çok daha kolaydı gerçi, ama yeni oyunun köyde geleneksel olan kendiliğinden iş birliğini kösteklemek gibi istenmedik yan etkisi olmuştu. Yeni para oyunu bunun yerine, tüm katılımcılar arasında sistemsel bir rekabet havası yaratmaktaydı.

Bu mesel, faiz yüzünden rekabet, emniyetsizlik ve açgözlülüğün ekonomimize nasıl işlediğini göstermeye başlıyor. Yaşamın gereksinimleri faizli paraya dayandığı sürece bunlar hiçbir zaman ortadan kaldırılamazlar. Ama şimdi öyküye devam ederek, faizin aynı zamanda nasıl sonsuz bir ekonomik büyüme baskısı yarattığını görelim.

Lietaer'ın öyküsü temelde üç şekilde sona erebilir:
  1. Borcun ödenememesi,
  2. Para arzında artış ya da
  3. Servetin yeniden dağıtılması.
On bir aileden biri iflas edip çiftliğini şapkalı adama (banker) teslim edebilir ya da başka bir sığır derisi bulup daha fazla değer birimi üretilebilir ya da köylüler bankeri katrana bulayıp, halkaları geri ödemeyi reddedebilirler. Tefeciliğe dayalı bir ekonomi de aynı seçeneklerle karşı karşıyadır.
Şimdi köylülerin şapkalı adamın etrafına toplanıp şöyle dediklerini hayal edelim: "Bayım, kimsenin iflas etmesine gerek kalmasın diye bize fazladan halka verebilir misiniz lütfen?"
Adam, "Olur, ama yalnızca geri ödeyebileceğine beni temin edenlere veririm.", der. "Her halka bir tavuk değerinde olduğuna göre, bana borçlu oldukları halka sayısından fazla tavuğu olanlara borç olarak yeni halkalar vereceğim. Böylece, halkaları geri ödemezlerse onların yerine tavuklarına el koyabilirim. Ah, bir de çok iyi bir insan olduğumdan, gelecekte daha fazla tavuk üreteceklerine beni inandırabilirlerse, şu anda fazladan tavuğu olmayanlar için bile yeni halkalar yaratırım. Yani, bana iş planınızı gösterin! Güvenilir olduğunuzu gösterim (köylülerden biri size bu konuda yardım etmek için "kredi raporları" hazırlayabilir). %10 oranıyla borç vereceğim - akıllı bir tavuk yetiştiricisiyseniz her yıl tavuk sürünüzü %20 büyütebilir, bana borcunuzu ödeyebilir ve kendiniz de zenginleşebilirsiniz." (İşte bu faiz nedeniyle, herhangi bir zamanda borçlu olunan para, mevcut para miktarından fazladır. Devlet 10 birim para basar ve parayı halka, 11 birim olarak geri ödemesi şartıyla dağıtır. Dolayısıyla halkta esasen 10 birim para varken, 11 birim para borçlanılmaktadır.)

Köylüler, "İyi görünüyor, ama yeni halkaları %10 faizle yaratacağınıza göre, yine de sonunda size geri ödeme yapmak için yeterli halka olmayacak", derler.

"Bu sorun olmaz", der adam. "Zamanı geldiğinde daha fazla halka yaratacağım ve bunların vadesi geldiğinde de yine daha fazla yaratacağım. Yeni halkalar yaratıp borç vermeyi her zaman isteyeceğim. Daha fazla tavuk üretmeniz gerekecek elbette, ama tavuk üretimini arttırmayı sürdürdüğünüz sürece soru olmayacak."

Bir çocuk yanına gelip, "Özür dilerim, bayım, ailem hasta ve yiyecek almak için yeterince halkamız yok. Bana yeni halkalar verebilir misiniz?" der.

"Kusura bakma, ama bunu yapamam", der adam. "Görüyorsun ya, yalnızca bana geri ödeme yapabilecek olanlar için halka yaratıyorum. Ailenin teminat gösterebileceği tavukları varsa ya da biraz fazla çalışarak daha fazla tavuk üretebileceğini kanıtlayabilirsen sana halka vermekten mutluluk duyarım."

Birkaç talihsiz istisna hariç, sistem bir süreliğine gayet iyi işledi. Köylüler tavuk sürülerini, şapkalı adama geri ödeme yapmak için ihtiyaç duydukları fazladan halkaları elde edecek kadar hızlı büyüttüler. Aralarından bazıları -talihsizlik ya da beceriksizlik gibi- herhangi bir nedenden ötürü gerçekten iflas ettiler ve daha talihli, daha becerikli komşuları çiftliklerini devralıp onları da iş gücü olarak işe aldılar. Ama genel olarak bakıldığında tavuk sürüleri para arzıyla birlikte yılda %10 büyüdü. Köy ve tavuk sürüleri öylesine büyümüştü ki, şapkalı adama onun gibi pek çok adam daha katıldı ve hiç durmadan yeni halkalar kesip, daha fazla tavuk yetiştirmek için iyi bir planı olan herkese dağıttılar.

Zaman zaman sorunlar yaşandığı oldu. Öncelikle, bu kadar tavuğa (esasen mal ve hizmete) kimsenin ihtiyaç duymadığı ortaya çıktı (Bir insanın gerçekte kaç tane elbiseye ihtiyacı vardır?). Çocuklar "Yumurtadan bıktık", diye sızlandılar. Ev kadınları, "Artık evdeki her odada tavuk tüyü yatak var", diye yakındılar. Köylüler tavuk ürünlerinin tüketimini arttırabilmek için her yola başvurdular (Örneğin elbise tüketimini arttırabilmek için modayı yarattılar.). Her ay yeni bir tavuk tüyü yatak ve onları saklayabilmek için daha büyük evler almak, tavuklarla dolu avlular yaptırmak moda oldu (Şaşırtıcı olmayacak bir şekilde tavuklar, yani mal ve hizmetler değersizleşti. Artık bozulanı atıyoruz, çünkü zaten yeterince fazla var, tamirle "uğraşmaya" gerek yok.). Öteki köylerle çatışmalar çıktı ve bunlar yumurta savaşlarıyla çözüldü. Şapkalı adamın kayınbiraderi olan belediye başkanı, "Daha fazla tavuk talebi yaratmalıyız", diye bağırıyordu. "Böylece hepimiz zenginleşmeyi sürdüreceğiz." (Tavukların sayısı arttıkça, insanların tavuklara hizmet etmek zorunda kalacakları da aşikar. Bir süre sonra o mal ve hizmetlere, biz hizmetçi oluyoruz. Daha büyük bir ev alabilmek için kredi borcuna giriyor, evlerimizi temizletebilmek için başka hizmetlilere ücret ödemek zorunda kalıyor, onların ücretlerini ödeyebilmek için daha çok çalışıyor, çalıştığımız için çocuklarımıza bakmaları için başka hizmetçiler tutuyoruz. Çocuklarımıza aldığımız oyuncakları toplu tutabilmek için bile ayrı bir hizmetli gerekiyor neredeyse. Tüm bunları karşılayabilmek için daha da fazla çalışıyoruz. Hem biz, hem de çocuklarımız yalnız ve izole hayatlar yaşamaya başlıyoruz. Bu yalnızlığımızı sonlandırabilmek için yapay yollara başvuruyor, bu yollar için de ayrıca para ödemek zorunda kalıyoruz. Kısır döngü...)

Bir gün köyün yaşlılarından biri, bir sorun daha fark etti. Köyü çevreleyen tarlalar bir zamanlar yeşil ve bereketliyken artık kahverengi ve pisti. Tüm bitkiler tavukları besleyecek tahılın yetiştirilmesi için sökülmüştü (İstanbul'un çevresindeki yeşil alanlar ile tarım alanları, içlerindeki tüm canlılar ile birlikte, yeni otoyollar ve lüks siteler yapılmak üzere kesiliyor, yok ediliyor.). Bir zamanlar balıkların kaynaştığı göletler ile dereler artık tavuk dışkısıyla (ya da endüstriyel atıklarla) dolu, pis kokulu lağım çukurlarına dönüşmüştü. Yaşlı kadın, "Bu durum sonra ermeli!" dedi. "Tavuk sürülerimizi büyütmeyi sürdürürsek çok geçmeden tavuk bokunda boğulacağız!"

Şapkalı adam onu bir kenara çekip yatıştırıcı bir ses tonuyla, "Merak etme, yolun ilerisinde bereketli tarlaları olan başka bir köy var", dedi. "Köyümüzün erkekleri tavuk üretim için onlarla anlaşmayı planlıyorlar (Neden yabancı ülkelerin şirketlerinin, bizim ülkemize gelip fabrika, tesis vs kurduğunu düşünüyorsunuz? Bizim ülkemizin halkına istihdam sağlamak için mi?). Kabul etmezlerse de... eh, bizim sayımız onlardan fazla (ABD, Irak'a demokrasi getirmek için mi girmişti?). Zaten büyümeye son verme konusunda ciddi olamazsın. Aksi takdirde komşuların borçlarını nasıl ödeyecekler? Ben nasıl yeni halkalar yaratabileceğim? Ben bile iflas ederim."

Ve böylece, birer birer tüm köylüler, aslında kimsenin ihtiyaç duymadığı devasa tavuk sürülerini saran pis kokulu lağım çukurlarına dönüştü ve büyümenin birkaç yıl daha sürdürülebilmesini sağlayacak, geriye kalmış az sayıdaki yeşil alan için birbirleriyle savaştılar (İstanbul halkının üçüncü köprü ve "Çılgın Projeler"e karşı, yani büyümeye karşılık doğasını kurban etmemeye yönelik direnişini neden desteklediğimi daha iyi açıklayamazdım sanırım. Mesela bir bankaya gidip, "Bu ormanı kesilmekten kurtarmak üzere satın almak için 1 milyon lira kredi istiyorum", dediğinizi varsayalım. "Bu şekilde ormandan bir gelir elde edemeyeceğim, dolayısıyla size faiz ödeyemeyeceğim. Ama parayı geri almanız gerekirse ormanı satabilir ve bir milyon doları size ödeyebilirim.". Ne yazık ki bankacı, yüreği evet demek istese bile, teklifinizi reddetmek zorunda kalacaktır. Ama bankaya gidip, "Bu ormanı satın almak, buldozer kiralamak, tüm ağaçları kesmek ve keresteyi toplam iki milyona satmak için bir milyon dolar rica ediyorum. Bu 2 milyon dolardan size %12 faiz ödeyeceğim ve birazcık da ben kâr edeceğim", derseniz, bankacı teklifinizi kabul edecektir. İlk örnekte hiçbir yeni mal ve hizmet yaratılmayacağından, para verilmez. Para, yeni mal ve hizmet yaratanlara gider. Yani Çılgın Projeleri durdurmak için, projenin olası getirisinden fazla paranız yoksa, projeleri durdurmanız imkansızlaşıyor.). Ancak ellerinden geleni yapmalarına rağmen büyüme hızı düşmeye başlamıştı. Büyüme yavaşladıkça gelire oranla borç artmaya başladı ve köylülerin pek çoğu ellerindeki halkaların tümünü yalnızca şapkalı adama borçlarını ödemek için kullanır oldular (Kredi kartı borçlarını ödeyebilmek için sürekli borç yapılandırmasına giden, yani bir bankadan daha yüksek faizli aldığı borç ile diğer bankadaki borcunu kapatarak, sürekli borç ödeyerek yaşayan insanların sayısı benim etrafımda bile oldukça fazla.). Aralarından pek çoğu iflas etti ve şapkalı adama karşı yükümlülüklerini kendileri de güçlükle karşılayabilen işverenler için ancak geçinmeye yetecek ücretlerle  çalışmak zorunda kaldılar (Bu durumda çalışmak artık eğlence veya üretmek amacının dışında, borç ödemeye yönelik bir tür köleliğe dönüyor. Dünyanın en büyük şirketinin CEO'su bile olsanız, en fazla pranganızın zinciri diğer kölelerden biraz daha uzun oluyor... Teknolojik gelişmeler hariç bilimin hiçbir türünde ilerleme sağlanamamasının nedeni de bu olsa gerek. Einstein'in kazandığı Nobel Ödülü ile karısına ve oğluna olan nafaka borcunu ödediğini biliyor muydunuz?.). Tavuk ürünlerini satın alabilecek insan sayısı giderek azaldı ve bu da talebin ve büyümenin sürdürülebilmesini iyice zorlaştırdı. Çevreyi mahveden bu aşırı tavuk bolluğunun ortasında, yaşamak için gerekli olanları zorlukla elde edebilen insanların sayısı giderek arttı ve bu da bolluk içinde kıtlık paradoksunu yarattı.

İşte günümüzde durum böyledir.

Ve şunu da eklemek istiyorum ki, o beyaz şapkalı adam bir tür şeytan değil. O adam, sen ve beniz. Yani herkes kukla, ama kuklacılar yok... Kendi kurduğumuz sistemin kısır döngüsünde eriyoruz ve bireysel kurtuluş ne yazık ki mümkün değil...

10 Ekim 2013 Perşembe

El ve Ayaklar İçin Yoğun Nemlendirme Nasıl Yapılır?





El ve ayaklarınız için kullanmak üzere şu yağlardan birini veya birkaçının karışımını evin değişik yerlerinde bulundurmalısınız (Küvet yanında, mutfak ve banyo lavabosu yanında, yatak odasında vs.):
Zeytinyağı
Vitamin E Yağı
Badem Yağı
Ayçiçek Yağı
  1. Bir kaba ılık su doldurup ellerinizi/ayaklarınızı içine sokun. Tırnak etleriniz yumuşayıncaya kadar suda tutmaya devam edin. Ortalama 15 ila 30 dakika arasında sürecektir. Eğer kendinize ayıracağınız 30 dakikanız varsa, bu süreyi sonuna kadar kullanın :) Ilık suyun içine saç veya vücut şampuanı dökerek el ve/veya ayaklarınıza köpük banyosu da yaptırabilirsiniz :)
  2. Seçtiğiniz yağı veya yağ karışımını bir tavada veya mikrodalga fırında ılıklaştırın. Çok sıcak olmasın ki cildinizi yakmasın. Yağı ısıtmak hem yağın içindeki asiti uçurur hem de sıcak yağı cilt daha kolay emer. Örneğin zeytinyağını koyduğunuz tavanın içine bir dilim ekmek koyun. Ekmeğin rengi döndüğünde tavanın altını kapatabilirsiniz.
  3. El ve/veya ayaklarınızı ılık yağın içine batırın ve yağ soğuyuncaya kadar bekleyin.
  4. Yağı parmaklarınıza, ellerinize/ayaklarınıza, tırnak ve tırnak etlerinize masaj yaparak yedirin.
  5. Fazla yağı kuru bir havluyla alın ya da ellerinizi akan suda yıkayın.
  6. Nemlenmiş el ve ayaklarınızın keyfini çıkarın :)
Üzerinde değişiklikler yapılmış çeviridir. Orijinal metin için bkz.:  http://www.flylady.net/d/br/author/dana/

8 Ekim 2013 Salı

Ekim Ayında Pazarda Neler Var? Ekim Ayı Yemek Listesi




İşte bizim pazarımız...
Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yapardım. Artık Akdeniz'e taşındım, manavdan da alışveriş yapsam fark etmiyor, orada da pazardaki ürünü bulabiliyorum. Ama hala pazara gidiyorum, çünkü hem pazarın havası başka, hem orada peynirli-tereyağlı bazlamamı yiyebiliyorum, hem de köylülerin kapı önlerinden topladıkları ve normalde manavlarda satılmayan meyve ve otları bulabiliyorum. Ayrıca kızımı da yanıma götürüyorum. Eskiden kızımı sırtıma bağlardım, puseti de pazar çantası olarak kullanırdım. Kızıma pazardaki meyve sebzelerden verirdim. O havuç yerken ben de sürekli konuşurdum. Mandalina koklatır, turşu tattırır, balıkları tanıtırdım. Şimdilerde pazara gitmek istemiyor bazen canı. O zaman puseti rüşvet olarak kullanıyorum. Eskiden binmek istemediği pusete şimdi binmek için can atıyor :) Artık yavaş yavaş turuncu domatesin alınmayacağını, yumuşak incirin daha lezzetli olduğunu öğrendi. Domatesleri torbaya atmadan doldurması gerektiğini aksi halde ezileceklerini söylemiştim. Geçen elmaları hızlı hızlı torbaya doldururken "Elmaları öyle yüksekten atma anne, canları acı." dedi :)
 

Ekim ayında son demlerini yaşayanlar:
  1. Taze fasulye
  2. Deniz börülcesi
  3. Domatesi-Salatalık-Biber: Alırken sera ürünü olmamalarına dikkat edin. Tarla ürünlerinin son dönemleri çünkü...
  4. Patlıcan - Kabak
  5. Üzüm: Alırken saplarının kuru olmamasına dikkat edin. Evde üzüm sirkesi yapmak için son ay :)
  6. İncir-Erik: İncir reçeli ve kışlık erik suyu yapmak için de son fırsat.
  7. Mısır
  8. Taze ceviz

Ekim ayında peyder pey çıkacak olanlar:

  1. Maydanoz-Dereotu-Roka-Tere-Marul-Kıvırcık: Maydanoz her mevsim yetişiyor aslında.
  2. Nar: Nar ekşisi alacaksanız, geçen seneden kalanları almadığınızdan emin olun. Kızım 1 yaşından beri nar yiyor. Ayıklaması da ayrı bir eğlence ve ileride yazı yazmasını kolaylaştıracak ince motor kas çalışması için birebir. Bir meyve daha ne yapsın?! :)
  3. Trabzon Hurması
  4. Balkabağı: Betakaroten açısından zengin, bol lifli... Çekirdeğini fırınlayıp yiyebilir, çocuğunuzla birlikte tatlısını yapabilirsiniz. Balkabağını çok seviyorum :)
  5. Pırasa
  6. Lahana
  7. Ispanak
  8. Karnabahar: Alırken siyah lekeli olmamasına dikkat edin.
  9. Havuç
  10. Pancar
  11. Kereviz: Burada kereviz yaprağının ıspanak gibi yemeğini yapıyorlar, içine de nohut ekliyorlar. Ben kereviz yaprağının turşuların tepesini bastırmak için kullanıyorum bu ay.
  12. Yeşil Mandalina - Portakal
  13. Ayva - Elma - Armut
  14. Turp
  15. Yer elması

Pazardan aldıklarım:

  1. Köy yumurtası
  2. Bazlama
  3. Peynir çeşitleri
  4. Süzme yoğurt
  5. Ceviz
  6. Tahin-pekmez: Bunların da bu yazın ürünü olduklarından emin olun, geçen seneden kalanları almayın.
  7. Fırında kurutulmuş mantı
  8. Çiğ Süt
  9. Mantar
  10. Biberiye: Biberiyeyi Eylül sonunda topladım, kuruttum.

Demek ki evimizde bu ay  ne pişecekmiş?! :)

KAHVALTI:

  1. Menemen: Son demlerini yaşıyor. Menemenlik konserve yaptım ama onlarla yapılan menemenin tadını beğenmiyorum, onları yemeklik kullanıyorum.
  2. Peynirli bazlama: Hem cuma öğlen öğününe hem de cumartesi kahvaltısına eşlik ediyor.

3. Peynir çeşitleri, ceviz, tahin-pekmez: Bizim eve Nutella ve türevleri girmiyor. Babası ile birlikte kendi çikolatasını, tahin pekmezi karıştırarak kızım yapıyor. Özellikle Nutella'nın insanlarda nasıl alışkanlık ve durdurulamaz bir yeme isteği uyandırdığını gördükçe ürktüm ben, içinde bağımlılık yaratan bir madde olduğundan şüpheleniyorum.


Ev yapımı keçi boynuzu pekmezi ve tahinimiz...




4. Mantarlı krep / Üzerine peynir serpilerek tavada pişmiş mantar
5. Tost / Fırında peynirli ekmek
6. Simit
7. Yoğurt/Ayran/Kefir
8. Ihlamur/Yöreye özgü adaçayı
9. Ballı, sirkeli su: İlaç niyetine içiyorum ayrıca sanırım kan şekerini de dengeliyor ki yeme isteğini azaltıyor.
10. Ballı biberiye çayı

ARA ÖĞÜN:

  1. Deniz börülcesi: Haşlayıp, ayıklayıp, üzerine sarımsak, zeytinyağı ve limon dökerek yiyoruz. Kızım da çok seviyor.
  2. 
    Haşlanmış mısır: Artanlar salataya
  3.  
  4. Haydari 

 
 
 4. Turşular / Pancar Turşusu: Her tür turşuya bayılan kızım sarımsaklı pancar turşusunu da küçüklüğünden beri çok severek yiyor. Ayrıca turşu da kuruyor artık ve kendi kurduğu turşuyu ikram ederken acayip gurur duyuyor :)
 
5. Çoban salata: Son demleri. Kızım bazen sadece salata yiyerek öğün yapıyor. Soğanlı çoban salata yemeyi çok seviyor.
 
6. Pırasalı / Ispanaklı / Mercimekli Börek - Sosyete Mantısı
7. Yoğurtlu çılbır
8. Kereviz salatası
9. Buharda karnabahar: Üzerine limon suyu ve yoğurt döküyoruz.
10. Mercimek köftesi: Kırmızı biberin içine doldurup, pikniğe filan da götürebiliyorum :)
11. Kısır
12. Humus
13. Pizza: Pizzamızı sebzeli yapıyoruz. Hemen hemen tamamen kızım hazırlıyor ve afiyetle de yiyor. Hatta arkadaşları geldiğinde onlara yapmaktan da büyük zevk alıyor.
14. Poğaça: Kızım dereotunu kopararak tek başına yiyecek kadar sevdiğinden poğaça hamuruna dereotu karıştırıyorum.
15. Tuzlu Mısır Unu Keki: İçine peynir, nane vs atınca, yanında da yoğurtla bayağı doyurucu oluyor.
16. Mantı: Pazardan aldığım mantıyı bir öğlen öğünü için yapıyorum kızıma. Hatta yanımıza alıp pikniğe gittiğimiz de oluyor :)
 
 
TATLI:

  1. Trabzon Hurması: Çatalla ezip cevizle karıştırılabilir hatta üzerine bir tatlı kaşığı da bal ve tarçın da gezdirilebilir.
  2. Elmalı Turta/Kurabiye: Lahana ile yapılan bir yalancı turta tarifi var. Dener denemez yazacağım :) Anneannemin yaptığı, üzeri pudra şekerli elmalı kurabiyeler en sevdiğim tatlıydı küçükken. Kızımın da hazır gofret, şeker ve benzeri ürün yemesindense evde hazırlanmış tatlıyı tüketmesin tercih ediyorum.
  3. Kabak Tatlısı: Az şekerli ve üzeri cevizli.
  4. Cevizli Elma Tatlısı
  5. Havuçlu Kek /Cevizli Kek
  6. Sütlaç
  7. Ayva Tatlısı: Tatlı yiyeceksek, bari meyve tatlısı olsun :)
  8. İncir Tatlısı: Sütlü olması tercih sebebidir :) Bu sene biraz incir de kuruttum.
  9. Havuç Tatlısı
  10. Bisküvi
  11. Mozaik Pasta: En zararlı tatlımız bu. Ama kızım yaparken çok eğleniyor. Hemen hemen tamamen kendisinin yapabildiği tek tatlı çünkü.
ÇORBA:
  1. Tarhana Çorbası
  2. Domates Çorbası
  3. Patates Çorbası
  4. Sebze Çorbaları: Balkabağı, pırasa vs.
  5. Mercimek / Ezogelin Çorbası
  6. Karışık Tahıl Çorbası
  7. Tavuk Suyuna Düğün Çorbası
  8. Balık Çorbası
  9. Bulgurlu Lahana Çorbası
  10. Kremalı Mantar Çorbası
 
MAKARNA / PİLAV:
 
  1. Patlıcanlı / Mercimekli Bulgur Pilavı
  2. Meyhane Pilavı: Domates, biberli, cıvık bulgur pilavı
  3. Keşkek
  4. Sebzeli Kuskus
  5. Çin Eriştesi (Noodle)
  6. Cevizli, Lorlu Ev Eriştesi
  7. Ton Balıklı Makarna
  8. Tavuklu Pilav
  9. Dible: Domatesli, taze fasulyeli pilav
 
ANA YEMEK:
 
1. Taze Fasulye: En sevdiğim yemeklerden biridir. Güzel yapıldı mı bir tencere yiyebilirim. Kızım da seviyor. Karadeniz'de dible denilen, fasulyeli pilavı da çok severim. Ama yapmaya üşendiğimden taze fasulye ile domatesli pilavı ayrı ayrı yapıp, sonra karıştırarak çakma dible yapıyorum. Kızım bu şekilde sulu yemeği de dökmeden saçmadan, kendi kendine yemiş oluyor. 
 


2. Pırasa: Bol bulgurlu, limonsulu ve suyunu çektirerek, az sulu yaptığım zaman bayılarak yiyorum kızım.
3. Kıymalı Kapuska: Havucu rendelenmiş olmalı.
4. Ispanak: Kendi suyunda kavrulmuş olarak ya da havuçlu yemeği.
5. Kıymalı Karnabahar Yemeği
6. Erişteli Yeşil Mercimek Yemeği
7. Köfte veya Haşlama Et: Acil yemek yapılması gereken bir gün.
8. Türlü
9. Zeytinyağlı yer elması
10. Patlıcan / Kabak İmambayıldı
11. Patlıcan / Kabak Ograten
12. Nohut / Kurufasulye
13. Zeytinyağlı Pirinçli, Dereotlu Kabak
14. Kıymalı Patates
15. Patlıcan / Karnabahar Musakka
16. Ekşili Köfte
16. Kabak Dolma

3 Ekim 2013 Perşembe

Kimyasal Kullanmadan Gümüş Nasıl Parlatılır?



Prensip olarak değerli maden kullanmaya karşı olan biriyim. Ama evime hediye olarak getirilen iki üç parça gümüş eşyam var. Onları temizlemek bana çok zor geliyordu. Gümüş parlatıcısı aldım içime sinmeye sinmeye ama hem doğru düzgün parlatmadı, ovalaya ovalaya kollarım koptu, hem de kokusu ciğerimi deldi geçti. Neyse ki internet var. Biraz araştırma yaptım ve iki farklı yöntem uyguladım. İkisi de birbirinden kolay. Gümüş parlatıcısı bir daha evime gelmemek üzere kendisine başka bir ev buldu :)
 
Soldaki kase biraz daha iyi durumda ama sağdaki minik kasenin içine herhalde etkileşime gireceği bir şeyler koymuşum ki kapkara olmuş.

İçlerindeki siyah lekeler görünüyor.

İlk önce diş macunu sürme yöntemini denedim. Ben diş macunu da kullanmıyorum ama eşim Sensodyne'den vazgeçemiyor. Neyse ki benim de bir işime yaradı macun :)
 
Bu kubbe de bakır mı, gümüş kaplama mı nedir bilmiyorum. Hediye gelmişti 2,5 sene evvel. Ve ilk defa parlatılacak.

Yukarıdaki fotoğrafta görülen kubbeyi, sağda görülen fırça yardımıyla macunladım ve bir 10 dakika kadar beklettim. Sonra yine aynı fırçayı biraz ıslatıp köpürte köpürte ovaladım. Sonra kalan lekeleri bir de bezle ovaladım ve akan suyun altında yıkayıp kuruladım. Aşağıdaki fotoğrafta parlatılmış kubbe ile henüz işlem görmemiş alt tabağının farkı görülüyor.


Kubbe üzerindeki siyah leke, iPad'imin yansıması :)

Diğer küçük parçalar içinse ocakta deneme yaptım. Bir miktar su kaynattım. Tencerenin dibini alüminyum folyo ile kapladım. Kaynayan suya karbonat ve tuz ekledim.
 
 

 

 
Sonra gümüş parçaları alttaki alüminyum folyoya değecek şekilde tencereye yerleştirip bir 5 dakika suyun içinde bıraktım.
 

Buhardan dolayı biraz buğulu çıkmış.

Parçaları çıkardığımda lekeler hafiflemişti. Biraz havluyla ovalayınca iyice temizlendiler ve parladılar ama çok kararmış olan bölgelerdeki o simsiyah lekeler duruyordu. Onları da macunlayıp beklettim.
 


Tencereden çıkardığım alüminyum folyo parçaları simsiyah olmuşlardı.




Gümüşleri ovduğum havlu da sonunda bu hale geldi. Ama zeytinyağlı sabunla çitileyince temizleniverdi. Yapışkan bir kir değilmiş.
 
 
 
 
En sonunda kapkara olan küçük parçalar da parladılar. Tüm parçaların son hali en üstteki fotoğrafta görülüyor. Burada uzun uzun anlattım ama kaynatması 10 dakika, macunla bekletmesi 5 dakika, ovma işlemleri de dahil yarım saatte bitti. Bu kadar kolay olacağını bilseydim 3 sene bekler miydim? Artık gümüşler bu derece kararmadan, düzenli olarak parlatma işlemi uygularım. 

2 Ekim 2013 Çarşamba

Yağlanan ve Kirlenen Lavabo Süzgeçleri ile Tarak ve Fırçalar Nasıl Temizlenir?



Sabit lavabo süzgeçlerini temiz tutmak çok zor. Ben de düzenli olarak temizlemek yerine tamamen kirlenene kadar bekliyorum. Aşağıdaki fotoğrafta artık son raddede kir tutmuş süzgeçler görünüyor.




Yağlanmış, kirlenmiş, kireç ve su lekesi olmuş süzgeçleri bir kaseye yerleştirdim.




Üzerlerine sirkeli ılık su doldurdum.

 
 
 
Bir süre sonra sirkeli sudan çıkardım. Soğuk suyun altında eski bir diş fırçası ile güzelce fırçalayarak yıkadım. Kıyıda köşede kalan yerleri de kulak çubuğu ya da pamuk sarılmış kürdan ile temizleyebilirsiniz. Sonunda pırıl pırıl oldular. En üstteki fotoğrafta görülüyor.
 
Saç fırçaları da aynı şekilde kiri, yağı biriktirir. Üstelik temizlenmezlerse saç diplerinde sivilcelenmeye, yağlanmaya ya da kepeklenmeye neden olabilir. Onları da şampuanlı veya sirkeli ılık suya yatırıp bir gece bekletiyorum. Sonra fırçanın üzerindeki saçları tarakla tarayarak çıkartıyorum. Fırça kılları dibindeki kir topakları da çoğunlukla saçlarla birlikte çıkıyor.
 
Daha ayrıntılı ve fotoğraflı anlatım için bkz: http://www.wikihow.com/Clean-Hairbrushes-and-Combs

 
En sonunda fırça kökünde kalan kirleri ve taraktaki kirleri de eski bir diş fırçası ile fırçalayarak çıkartıyorum.
 
 



Eğer doğal olsun diye sirke kullanmak istiyor fakat kokusunu sevmiyorsanız, sirkeli suyun içine birkaç damla okaliptüs (cold mix de olabilir), lavanta, nane ya da çay ağacı yağı (hint defnesi)ekleyebilirsiniz.
 
Sirkeli ya da şampuanlı suyun içinde 15 dakika tutmanız yeterli geliyor.

3 Eylül 2013 Salı

Moskova'da Çocukla Gitmeyi En Sevdiğimiz Yer: Park Kulturi / Gorki Park / Park Gorkogo


Maksim Gorki Kültür Ve Eğlence Merkezi Parkı: Park Gorkogo

Park, Moskova Nehri boyunca uzanan oldukça büyük bir park. İçinde çok çeşitli aktiviteler yapmak mümkün.

Parkın girişine en yakın metro istasyonu: Park Kulturı (Парк Культу́ры), altın renkli daire hattı üzerinde bulunuyor. İndikten sonra Krimskiy Köprüsü'nden karşı kıyıya yürümek gerekiyor (bkz. Metro istasyonu haritası ve parkın girişini gösteren harita). Park hakkında İngilizce bilgiye de anasayfasından ulaşabilirsiniz: http://www.park-gorkogo.com/eng/about/
 
Bu parkın genel haritası. Sol tarafta görülen göletin çevresini diğer yazımda anlatacağım.
 
 
Biz parkı gez gez bitiremedik, içinde onlarca aktivite var, hepsini de yapamadık. İlk olarak yeni bölümünü anlatmak istiyorum:
 
Çok haşmetli bir girişi var :)
 
Parkın girişinde Mayıs'tan Kasım'a kadar ses ve müzik gösterisi de yapılan çok büyük, fıskiyeli bir havuz var.
Havuzun hemen yanında da onlarca masa tenisi masası var. Sovyet zamanında masa tenisi turnuvaları burada düzenlenirmiş. Bugün de raket kiralayıp oynamanız mümkün.
Fıskiyeli havuz da büyüklüğüne rağmen inanılmaz temiz, içinde ördekler yüzüyor.
 
 
Fıskiyeli havuzda gün içinde, saat 12.00 - 15.00 - 18.00 - 20.30 ve 21.30 saatlerinde, yarım saatlik müzik şovu oluyor. Akşam da 22.30'da yarım saatlik, hem müzik hem de ışık gösterisi yapılıyormuş. Fıskiyeli park, sabah 9.00 ila akşam 23.00 arası açıkmış.
 
 
Parkta bebek bakım odaları ve çocuk parkları mevcut. Kayak, paten, kaykay yapılan bölümler ve konserlerin düzenlendiği müzik alanları mevcut. Çocuklar için yaz kampları yapılıyor. Biz gittiğimizde Ağustos ayıydı. Ağustos ayı boyunca yapılacak etkinlikler gün gün yazılıp, dev pankartlarda sergileniyordu.
 
Yanımda her zaman küçük bir su matarası taşırım. İçme suyu buldum mu da doldururum, plastik şişelerden hoşlanmıyorum:
 
Çeşmenin üzerinde: İçilebilir, yazıyor.
 
Kontes, parkın içinde bulunan kum havuzuna bayıldı. Sırf kum havuzunu bir hafta içinde 3 defa ziyaret ettik:
 
Kum havuzunun içinde çocuklar için kum oyuncakları var. Gelen çocuklar paylaşarak oynuyorlar.

Annelerin çocuklarını fotoğraflama dürtüsü her millette var sanırım :)
 
 
Gölde deniz bisikletine binebilirsiniz:
 
 
 
Ağaçların arasında kaybolabilirsiniz:
 
Kontes oralarda bir yerlerde olmalı....

İşte buradaaaa :)

Ağaçlardan meyve toplayıp yiyebilirsiniz:


Meyvelerin üzerinde dolaşan Kontes...
Çok doğal, çok lezzetli, hem de şehrin göbeğinde...


Parkın içinde hazine keşfine çıkabilirsiniz:


"O ilerideki de ne?"

İçine çiçek ekilmiş bir saksı-piyano :) Estetik zevkimiz okşansın azıcık :)
 
 
Minik bir ev bulduk. Acaba içinde ne var?
Bir tavşan, orman arkadaşlarına çay daveti veriyormuş :)
Hafta sonu çoluk çocuk eğlenen insanları, ailecek uzandığınız şezlongunuzdan seyredebilirsiniz.
 
Bir bisiklet kiralayıp parkın içinde ailecek gezebilirsiniz. Bisiklet başına 1500 Ruble depozito veriyorsunuz, bisikleti geri götürünce de paranızı geri alıyorsunuz. Bisikletlerin yarım saati: 1 kişilik - 200 Ruble; 2 kişilik - 300 Ruble; 4 kişilik - 400 Ruble; 7 kişilik - 500 Ruble...
 

4 kişilik bisiklet kiralayıp, Kontes'i de ön koltuğa oturttuk. Çok eğlendi...
Nehir boyunda portre çizen ressamı da fotoğraflayayım dedim ama pedal çevirirken biraz bulanık çekmişim.
 
Parkın yan çıkışlarından birinin karşısında 700'den fazla heykeli barındıran Muzeon Sanat Parkı bulunuyor. Malum Türkiye'de heykel sanatı pek gelişmiş değildir. O nedenle bu parkı özellikle gezdirmek istedim Kontes'e. Heykelleri tek tek elledi :)

Heykel parkının şeması
 
Bu heykel Kontes'in özellikle ilgisini çekti :
 
Stalin
Moskova'daki en sevdiğim heykellerden biri... Parkın içinde değil ama parktan gözüküyor.

Çocuklar için parkın içinde düzenlenmiş bir yaz kampına denk geldik.


Çocuk kampı süslemeleri :)

Heykel parkının değişik video çekimlerine youtube'dan ulaşılabilir:



Gorki Parkı gez gez doyamadık. Bir dahaki gidişimizde ilk uğrayacağımız yer gene orası olur sanırım.