19 Kasım 2014 Çarşamba

"Normal" Doğum Beklerken Nasıl Sezaryene Alındım? Doğumdaki Hatalarım- Doğum Hikayelerim II


İkinci hamileliğimde ilk olarak facebook ve yahoo grupları olan Sezaryen Sonrası Vajinal Doğum (SSVD) gruplarına girdim. Haziran ayındaki doğumumdan bir ay önce, yani 2014 yılının Mayıs ayında, sadece facebook ssvd türkiye sayfasında, 12 kadın vajinal doğum yaptığını sayfaya bildirdi. Bu da bana çok büyük moral verdi. Gruptaki doktor listesinden kendime uygun bir de doktor buldum. 

Doktorumun sayfasında şunlar yazıyordu, kendisiyle tanışmaya gitmeden bile kendisine içim ısındı, kendi kafamda bir doktor bulduğuma inandım:

"Bizler,  annede ya da bebekte vajinal doğuma engel bir durum yok ise her anne adayının vajinal yolla doğum yapmasının en azından denemesinin doğru olduğuna inanıyoruz.
 
En azından her anne adayına bu şansın verilmesi uygun olacaktır.
 
Tabii ki vajinal doğuma engel bir durum olduğu hallerde sezaryen ile doğum tercih edilmelidir.
 
Ancak doğumdan korkma, suyunun azalması, kordon dolanması, bebeğin eşinde kireçlenme  gibi nedenlerle hemen sezaryene yönelmek doğru değildir. Çünkü  doğuma doğru tüm gebeliklerde bebeğin suyu azalır, plasenta da kalsifikasyon görülür. Kordonun 1 kat varlığı çoğu kez doğuma engel değildir. Üzerinde yer alan jel sayesinde boyundan kayacak ve soruna neden olmayacaktır. 
 
Bizler, gebelik oluştuğunda doğuma yaklaşırken takibini yaptığımız anne adaylarına  "normal doğum mu? sezaryen mi? " sorusunu sormak yerine hedefimizin normal vajinal yolla doğum olduğunu ifade etmekte, sezaryen ile doğumu ancak tıbbi gereklilikler halinde tercih ettiğimizi belirtmekteyiz.
 
Tabii ki normal vajinal yolla doğum yapmayı kesinlikle düşünmeyen  bir anne adayına bu konuda baskı uygulayamayız. Çünkü normal doğum 10-12 saat sürebilen anne adayının güçlü, sabırlı, soğukkanlı, bilinçli olmasını gerektiren bir süreçtir.
 
Maalesef birçok anne adayı küçük yaşlardan itibaren doğumu bir tabu olarak görmekte ve korku duymaktadır.
 
Korkunun en büyük nedeni bilgisizlik ve insanın kendini neyin beklediğini bilememesidir.
 
Hepimiz bilmediğimiz şeyden korkarız.
 
Bu nedenle anne adayı, doğumunda sorumluluğu alacak doktorunu tanımalı, güven duymalı, her zaman yanında olacağını hissettirmelidir. 
 
Bunun yanı sıra anne adayı,  hastaneye ilk başvuruda neler yapması gerektiğini, nerede kalacağını, doğumhaneyi tanımalı, takiplerinin nasıl olacağı konusunda bilgi sahibi  olmalı ve doğumdan önce  kadın doğum,  pediatri, anestezi ekibi ile tanışmalıdır.
 
Doğumlar mutlaka tam teşekküllü,  acil durumda anneye ve bebeğe müdahale edebilecek hastanede yapılmalıdır.
 
Hastanenin her an göreve hazır ameliyathane anestezi ve pediatri ekibi olmalı ve yenidoğan ve erişkin yoğun bakım ünitelerine sahip olmalıdır.
 
Yenidoğan ünitesinde, alanında deneyimli yenidoğan uzmanı bulunmalıdır. Açıktır ki bebekleri yaşatanlar tek başına cihazlar değil, o cihazları kontrol eden yenidoğan uzmanlarıdır.
 
Doğum takibinde acil bir durumda dakikalar içinde anne adayı sezaryen'e alınabilmelidir.
 
Doğum sürecinde hastaya hareket imkanı verilmeli, hareketleri sınırlanmamalı, yatağa bağlı kalmamalıdır. Yanında eşi ve isteği bir yakını olabilir. Gereksiz kalabalıkların bu süreçte anne adayına katkısı olmayacaktır.
 
Doğum sürecinde bizler mümkün olduğunca az jinekolojik muayeneyi tercih ediyoruz. Muayeneler  sadece hastanın hekimi tarafından gerçekleştirilmekte,  doğumun aktif sürecinde hekim anne adayına hastanede sürekli eşlik etmektedir. 
 
Doğuma dakikalar kala doğumhaneye alınmakta son ana dek anne adayı eşi ile birlikte odasında takip edilmektedir.
 
Bu süreçte anne adayı odada dolaşabilir oturabilir duşa girebilir.
 
Ağrıya sancıya dayanamadığını anladığı zaman epidural anestezi uygulanarak ağrılar dayanabileceği seviyeye indirilmektedir. 
 
Süreç esnasında gerekli değilse suni sancı verilmemekte serum takılmamaktadır.
 
İlk başvuru anında kan testleri için örnek alınır, lavman yapılır.
 
Doğum sürecinde  bir şeyler yiyip içme bebeğin ve anne adayının durumuna göre belirlenmektedir.
 
Doğuma 5 -10 dakika kala anne adayı eşi ile birlikte doğum salonuna alınmaktadır.
 
Doğum sürecinde doğumu kolaylaştırıcı egzersizler ve jeller kullanılmaktadır.
 
Doğumhanede gerekmedikçe epizyotomi denilen kesi yapılmamakta, doğum gerçekleşir gerçekleşmez bebek annesinin göğsüne bırakılmaktadır.
 
Babaya bebeğinin kordonunu kesme şansı verilmektedir.
 
Babanın doğuma eşlik etmesi, AİLE'nin temellerinin güçlü atılmasında önemli bir role sahiptir. Bebeğini dünyaya ne zorluklarla getiren o zamana kadar eşi olan kişi artık bebeğinin annesidir aynı zamanda.  Evliliklerde çok önemli olan saygı ve değer verme  unsuru bu şekilde güçlü bir şekilde oluşmaktadır.
 
Golden hour- Altın Saat uygulaması ile Anne- Baba - Bebek doğumdan sonraki ilk bir saatte yalnız baş başa kalırlar.Bu bir saat gelecekte AİLE kavramının oluşumunda çok önemlidir. 
 
Doğum esnasında kendiliğinden oluşan yırtıklar estetik olarak tamir edilmekte, gerekli kontroller sonrası anne tekrar odasına alınmaktadır.
 
Doğumdan sonra anne ayağa kalkar, istediği her şeyi yiyebilir içebilir, duşunu alabilir. Bebeğini kucağına alıp rahatlıkla emzirebilir. Bakımını yapabilir.
 
Normal doğumu denemek bile başarıdır. Doğum, sonuçta sezaryen ile gerçekleşse dahi mutlaka  faydası olacaktır."

Doktorum, benim isteyebileceğim her şeyi öngörmüş ve yazılı hale dönüştürmüştü. Son ayımda kendimi son derece güvende hissettim bu sayede...

Bir ebe ile de anlaşmayı düşündüm. Ama doğumumu bir hastanede yapacağımdan, ebenin kendi personeli olmadığı bir hastanede rahatsızlık yaratacağını düşünüp vazgeçtim. İkinci doğumumdaki en büyük hatam da bu oldu. Zira doktorum da normal doğum istiyorsam, bekleyebildiğim kadar evde beklemem gerektiğini söylemişti. Oysa rüptür riski çevremdeki herkesi korkuttuğundan, yanımdakiler evde kalmama müsaade etmeden, daha mesai saati bile başlamadan beni hastaneye götürüp, hastane lobisinde sancı çekmeme neden oldular. Halbuki eğer yanımda bir ebe olsaydı, durumu kontrol edip, her şeyin yolunda gittiğine çevremdekileri ikna ederek sancılarımı evde karşılamama yardımcı olabilirdi.

Hamileliğim boyunca fiziksel aktiviteyi hiç kesmedim. Hamilelikte neler yapılması gerektiğini bir yazımda da yazmıştım: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2014/03/hamilelikte-anne-adaynn-neler-yapmas.html . Kızım da sağolsun zaten fiziken hareketsiz kalmam imkansızdı :) Bu sayede kaslarım sağlam kaldı sanırım ve ameliyattan sonra bunun çok faydasını gördüm.

Yukarıda fotoğrafı görülen Hypnobirthing kitabını aldım. Kitap duygusal olarak beni çok rahatlattı, kendime ve vücuduma güvenmemi sağladı. Ayrıca içindeki nefes egzersizlerinin son derece işe yaradığını da sancı çekerken deneyimleme şansım oldu. Gerçekten de orada bahsedildiği gibi nefes aldığımda, sancıları etkisiz hissediyordum. Ancak insanın aklı karışabiliyor, kendini nefesine odaklayamayabiliyor. Bu nedenle kitapta, egzersizleri, eşiniz veya ebeniz ile birlikte çalışmanız öneriliyor ki böylece sancı esnasında doğum koçunuz nefes tekniklerini size hatırlatabilsin. Benim başkasıyla birlikte çalışma şansım olmadığından, nefes tekniklerini cep telefonuma okudum. Sancı çektiğim sırada kulaklıklarımı takıp, kendi sesimden nefes teknikleri dinliyordum. Gerçekten çok çok işe yaradı. Nefesi doğru kullanmak, sancı dönemini rahat geçirmek için çok önemliymiş. Ayrıca aktif doğum dönemini de son derece kolaylaştırıp kısaltıyormuş, ama onu deneyimleme şansım olmadı ne yazık ki.

İkinci doğumuma girecek olan doktorum, ilkinden farklı olarak, çok rahattı. Son gün bile NST'ye bağlanmanıza gerek yok, her şey yolunda görünüyor; dedi bana. Ama planda olmayan bir şey oldu; doktorum sadece bir günlüğüne şehir dışına çıkacaktı. Kendi hastalarını da hastanedeki diğer doktor arkadaşına emanet edecekti. "Diğer doktor arkadaşımla tanışmak ister misiniz?" diye sordu bana. Beklenen doğum tarihime 5 gün vardı ve herhangi bir doğurma belirtisi görünmüyordu; ben de tanışmaya gerek görmedim. İkinci doğumumdaki ikinci büyük hatam da yedek doktorla tanışmamak oldu. Eğer tanışsaydım, kendisinin SSVD karşıtı olduğunu öğrenmiş olur, belki ona göre bir önlem alabilirdim.

İlk doğumumda sancım gelmemişti ve 41+2'de sezaryene girmiştim. İkinci doğumumda 39+3'te, doktorumun şehir dışında olduğu tek günde sancım tuttu. Gece 1'de başlayan sancılarım sabah 8 gibi 7 dakikada bire inmişti. Hypno Birthing kitabından öğrendiğim nefes tekniklerini uygulamaya başladım. Yanında yatamadığım için uyanan kızımı birkaç defa uyuttum, en sonunda sabah 4'te 4,5 yaşındaki kızımla karşılıklı oturup sohbet etmeye başladık. Arada gelen sancılarımı karşılayıp, sohbete devam ediyordum. Kızım olumsuz hiçbir tepki vermedi, çünkü acı çekmiyordum, sadece bir süre hareket etmekte zorlanıyor ve konuşamıyordum, sonra gülerek konuşmaya kaldığım yerden devam ediyordum. Bu arada azar azar kanamam olmaya başladı. Doktorumla "whatsapp" üzerinden haberleştim, normal olduğunu söyledi. Ama rüptür riskinden korkan eşimin hastaneye gidelim, sorun yoksa eve geliriz teklifini kabul ettim. Bir hatam da bu oldu. Zira başlayan bir doğumu tespit ettikten sonra beni hastaneden çıkarmayacaklarını bilmeliydim.

Henüz mesai başlamadan hastaneye gittik. Epey bir süre mesai saatinin başlamasını bekledik. Lobide de gayet sakin, mutlu mesut sancılarımı karşılıyordum. Sonra mesai başladı ve ben NST'ye bağlandım. 7 dakikada bir düzenli gelen ve 110 seviyelerine vuran sancılarım vardı. NST'de sancıları sakin karşılamaya devam ettim. Bana bakacak olan doktor hanım muayene etti. Bir gün öncesinde de 2 santimlik açılmam vardı ve hala 2 santimlik açılmam vardı. Üçüncü büyük hatam da bu oldu: Biliyordum ki 4 santimlik açılma olmadan hastaneye yatmamalıydım. Ama o esnada eve dönmek için ısrar edecek gücü bulamadım kendimde. Doktor hanım, SSVD karşıtı olduğunu ve beni, kendimi öldürmeden evvel sezaryene almak istediğini söylediğinde, doktor masasının yanında, ayakta iki büklüm olmuş şekilde sancımı karşılıyordum. Elimden geldiğince kendisine, riskleri bildiğimi, riskleri kabul ettiğime dair kağıtları imzaladığımı, isterse kendisi için bir daha imzalayabileceğimi, kendisinden doğumun ilerlemesi için zaman istediğimi söyledim.

Beni hemen odaya çıkardılar. Kan örneği almaları gerektiğini söylediler. Sıradan bir prosedür olduğunu bildiğim için izin verdim ama bir de baktım ki katater takıyorlar. Katateri çıkarmalarını istediğimi, sancılar sırasında yürümek ve rahat hareket etmek istediğimi söyledim. Ama katateri takan hemşire, ben konuşurken katateri kalın flasterlerle sabitliyor ve "Bunun ucunda iğne yok, istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz" diyordu. Yani söylediklerimi hiç kaale almadı. Eninde sonunda o katateri kullanmam gerekeceğine emindiler. Anladım ki ben artık bir "hasta" idim ve söylediklerim, doktor emri olmadan dikkate alınmayacaktı; artık hastanenin sorumluluğundaydım, kendi bedenim hususunda söz hakkım kalmamıştı. Kataterin içinde iğne değil ama plastik bir parça vardı ve hareket ettikçe canımı acıtıyordu. 14 saat boyunca sancı çekmemi izleyen kızımı doğumdan soğutan tek unsur da bu katater olayı oldu. Kataterim çıkana kadar yanıma yaklaşmak istemedi, sürekli "Ne zaman çıkacak o?" diye sordu ve doğumdan sonra da "Ben hamile kalmak istemiyorum. Koluma ondan takıp acıtacaklar." dedi, sancıların lafını bile etmedi.

Sonra elbisemle kalmak istediğimi söyledim ama "Her tarafı kapalı, koridorda dolaşmanıza engel olmaz" diyerek ameliyat önlüğü giydirdiler. Sonra NST'ye bağlandım. Bağlı kalmak istemediğimi söylediğimde 10 dakika sonra çıkartacağız dediler ama o aleti, ameliyata girene kadar sökmediler.

Hastanede sancı çektiğim 6 saat boyunca SSVD karşıtı doktor hanım, hemen hemen saat başı odama gelip bana şunları söyledi:
  • "Ben kadın doğum doktoruyum, eşim de kadın doğum doktoru. Henüz çocuğum yok ama doğuracak olsam sezaryen yapacağım. Siz niye kendinizi zorluyorsunuz ki? (Böyle diyen bir doktora zaten güvenemezdim. Neyse ki benimle ilgilenen hemşire hanım "Ben de normal doğum yapmak istedim ama sonunda sezaryen olmak zorunda kaldım. Neden normal doğum yapmak istediğinizi anlıyorum. Ben de sizin normal doğurduğunuzu görmek isterim. Elimden geldiğince yardımcı olacağım size" dedi. Kadın doğum doktorlarına biraz da hasta psikolojisi eğitimi verseler son derece faydalı olur)
  • "Öleceksiniz. bebeğinizi de öldüreceksiniz. Sizin ölmeniz bir şey değil, size bir şey olursa ben travma geçiririm, bir daha mesleğimi icra edemem sizin yüzünüzden" tarzında konuşmalar yaptı. "Daha önce 2 defa SSVD yaptırdım ama devlet hastanesindeydim ve doğumlar son aşamasındaydılar, bebeklerin kafaları görünüyordu. Siz henüz doğumun başındasınız, bekleyemem." dedi. Neyse ki benimle ilgilenen hemşire hanım, SSVD doğumları ile tanınan Dr. Hakan Çoker ile çalıştığını, sezaryen sonrası sorunsuz normal doğumlara şahitlik ettiğini, bana da yardımcı olacağını söyleyip beni sakinleştirdi. Bu arada doktor hanım yanındaki hemşireye dönüp, sanki ben orada değilmişim ve onları duymuyormuşum gibi: "Şuna bakın ya, neler söylüyorum, öleceksin diyorum, hiç de korkmuyor" filan diyordu.
  • "Şu anda doğumun pasif aşamasındasınız, henüz aktif doğuma geçmediniz." diyordu. Sesinin tonundan vermek istediği mesajı anlıyordum: "Henüz sancıları rahat karşılıyorsunuz ama aktif doğumda canınız çok daha fazla yanacak.". Ama acı çekmekten korkmuyordum, zaten halihazırda 10 saattir sancı çekiyordum ve çok rahattım, devam edebileceğimi düşünüyordum.
  • "Sancılarınız çok düzenli. Eğer ilk doğumunuz olsaydı hemen size suni sancı verir, sizi çok rahat DOĞURTTURURDUM. Ama bu şekilde sizi doğurtturmak istemiyorum" dedi. Kendisine "doğurtturulmak" istemediğimi, zaten kadın vücudunun kendi kendine doğurmaya programlı olduğunu; gölge etmese başka da ihsan istemediğimi söylemek istedim ama onunla laf yarıştırmaya hiç mecalim yoktu, sancılarıma konsantre olmak istiyordum. 
  • Doktor hanım baktı ki ne söylerse söylesin beni ikna edemiyor, bu sefer eşimi tacize başladı: "Israr ederse hem kendisine, hem de bebeğine zarar verecek. Burası özel bir hastane. Burada, hem de benim nöbetim sırasında ters bir olay yaşanırsa çok büyük skandal olur" gibi laflar etti. Bu sefer eşim huylandı, doktor hanım odadan çıkınca "Hayatım belki doktor hanımın bize açık açık söyleyemediği bir şey vardır. Belki hastanenin ameliyathanesi hızla hazırlanmaya uygun değildir, belki anestesiztlerde sorun vardır. Belki bir sorun çıkarsa ani müdahale edemeyeceklerdir. Açıkça hastanesini kötüleyemeyeceği için böyle laflar ediyordur" demeye başladı. Ki bunu da biliyordum: Sizi sezaryene ikna edemeyince yanınızda bulunan refakatçilerinizi korkutarak, üzerinizdeki psikolojik baskıyı arttırmaya çalışıyorlar. Hepsine hazırlıklıydım, buna da aldırmadım. Ama bir yandan da acaba buradan çıkıp başka bir hastaneye gitsem mi diye düşünüyorum. Ama başka bir hastanede çocuk acili var mı? SSVD kabul edecekler mi? Yedek bir hastane araştırmamışım hiç. O noktada çıkıp gitmeye cesaret edemedim. Eğer yanımda doğum koçluğu yapan bir ebe olsaydı, bana uygun bir hastane önerebilirdi. O anda bir ebeyle anlaşmadığıma çok çok pişman oldum.
Tüm bunlar yaşanırken, psikolojik baskı nedeniyle sancılarım kaçtı. Geldiğimde düzenli ve oldukça şiddetli olan ve yine de beni rahatsız etmeyen sancılarım düzensizleşmiş, 50 dolaylarına inmişti. Ama ben kolumda serumla sırt üstü yatarak karşılamak zorunda kaldığımdan canım acımaya başlamıştı. Eşim de doktorun haklı olduğunu, ona emrivaki yapmış gibi olduğumuzu, doktor hanımı istemediği bir şeye zorlayamayacağımızı söylüyordu.

Doktor hanım bir daha gelip ultrasonda rahimdeki ameliyat yerimin incelmiş gözüktüğünü söyledi. Hemen facebook ssvd grubuna girip sordum. Diğer doktorların, ameliyat yerinin incelmiş olup olmadığının ultrasonda anlaşılamayacağını söylediklerini öğrendim. Doktor hanım ısrarla diğer ikinci sezaryen doğumlarda, eğer anne sancı çekmişse rahmin inceldiği, hatta sadece bir zar kaldığı, zarı da kesmek yerine parmağıyla delerek rahime girdiği yolunda moralimi bozmaya yönelik hikayeler anlatıyordu. Sanırım kendisi pasif agresifti. Doğrudan bana "Sizin doğumunuza girmeyeceğim" diyemediği için moralimi bozmaya çalışıyordu. Ben de pasif agresif bir tip olduğumdan, doğrudan kendisine "Başımdan çekilip gider misiniz?" diyemediğimden, kulağımda kulaklıklarım ve gözlerim kapalı şekilde sancılarıma konsantre olmaya çalışarak karşısında duruyordum. Ama sonuçta dezavantajlı konumda olan ben olduğumdan, kazanan doktor hanım oldu; sancılarım kaçtı ve bir daha da düzene girmedi. Ameliyattan sonra doktor hanımın kendisi, rahimdeki kesimin iyi durumda olduğunu, zarın altında bir kas kütlesi bulunduğunu ve 7-8 saatlik sancıya daha katlanabilecek durumda olduğumu söyledi.

Bu sırada ameliyata girebilirim diye su içmem ve yemek yemem de yasaklanmıştı. Susuz kalan bebeğin kalp atışları düşmeye başladı. Bu nedenle serum bağladılar. Kolumda serumla iyice hareketlerim kısıtlandı. Bu sırada müthiş bir kasılmayla birlikte suyum patladı. Ben kendime uygun bir şekle girmeye çalışırken zorla geri yatırmaya çalıştılar beni. Artık sinirden mi neden bilmiyorum tansiyonum 14-9 oldu. Bebeğin kalp atışları düştü, NST ötmeye başladı. Bu sırada doktor hanım hala olumsuz mesajlarına devam ediyordu. Yanındaki hemşirelere "İlk doğumunda sezaryene girmeseymiş, bana ne!" dediğini duydum. Yine de kendisine cevap vermedim. 

O çıktıktan sonra normal doğum yapacağım için heyecanlı olan ve normal doğum konusunda çok uğraşan Hakan Çoker'in yanında bir dönem çalıştığını da söyleyen ebe hemşire girdi içeriye. Bana gayet sakin bir ses tonuyla bebeğin kalp atışlarının düşmesinin iyiye işaret olmadığını, kendi doktorumun da yanımda olsaydı bu durumda sezaryeni tercih edeceğini düşündüğünü söyledi. Ona çok güvendim, çünkü normal doğumda bana eşlik etmeye çok hevesliydi ilk geldiğimde. Onun sözleri üzerine ameliyata girmeyi kabul ettim.

Ameliyatta başıma gelecekleri biliyordum zaten. Ameliyathaneye eşim alınmadı, oysa ilk doğumuma girmişti ve kızımızı ilk o görmüştü. Bebeğimin kordon kanının akmasına izin verdiklerini hiç zannetmiyorum. Bebeğimin bakımları benim görmediğim bir noktada yapıldı, sadece sesini duyabiliyordum. Oysa ilk doğumumda kızımın bakımları görüş açım içinde yapılmıştı. O güvendiğim ebe hemşire oğlumu yanıma getirdi, birazcık öpüp koklayabildim. Başka türlü bir ten temasına izin verilmedi. 

Hiçbir şey hayal ettiğim, doktorumun da yönlendirmesiyle olacağını ümit ettiğim şekilde olmadı. Ameliyat olunca hiçbir şeye müdahale edemiyorsunuz haliyle. Tek tesellim oğlumu yıkamayıp sadece ıslak bezle silmiş olmaları oldu. Böylece verniks tabakası üzerinde kaldı. Neredeyse 1 ay boyunca, o tabaka tamamen yok olmadı. Bu nedenle doğar doğmaz yıkanan kızımda olduğu gibi egzama olmayacağını ümit ediyorum.

Ameliyattan sonra çok kolay toparlandım. Ayaklarımın uyuşukluğu açılır açılmaz, hemşirelerin önerdikleri jimnastik hareketlerini yapmaya başladım. Ayağa kalkar kalkmaz korsemi taktım, hemen yürümeye başladım. Rahmim korseye rağmen aşağı sarkıp uyumamı zorlaştırdığında karnımın altına bir yastık koyarak uyudum. Hastaneden çıkarken kızımı kucağıma alıp yürüyememiştim. Bu sefer oğlum kucağımda ve yürüyerek çıktım hastaneden. Bebeğin altını değiştirirken ya da yatırıp kaldırırken hiçbir sorun yaşamadım. 5. gün doktor kontrolüne de oğlumu "sling" içine yatırarak götürdüm.

Psikolojik olarak da iyiydim, çünkü kadere inancım vardır. Doktorumun bulunmadığı tek günde sancım tuttuğuna göre, oğlumun bu şekilde doğmak kaderinde varmış demek ki... En azından doğumun başlamasını bekleyebildim, sütüm geldi, bebeğim sağlıklı, bende sorun çıkmadı (ameliyattan sonra aşırı bir kanamam oldu, tansiyonum düştü, oksijen bağlayıp kanama kesici ilaç enjekte etmek zorunda kaldılar ama sorun çıkmadı çok şükür)... Dolayısıyla kaderime küsmek yerine yatıp kalkıp bebeğimle benim sağlığımız için şükrediyorum.

Bir çocuk doğurmak sadece bedensel bir olay değil, bu işin bir de duygusal yönü var. Annenin doğum esnasındaki psikolojisi önemli olduğu kadar, bebeğin de psikolojisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ameliyathanede ışıklar karartılsın, bebeğimle ten teması kurayım vs gibi talepleriniz olduğunda doktorlar size "Ah canımmmm, duygusal anne" bakışı atıyorlar. Onlar için doğum cerrahi veya mekanik bir işlem, hiçbir psikolojik yönü yok. Oysa annenin doğuma psikolojik olarak hazırlanması, doğum sırasında duygusal olarak desteklenmesi gerekiyor. Bebeğin psikolojisinin de etkilendiğini düşünüyorum. Bebeğin fiziken sağlıklı doğmuş olması doktorlar için yeterli, ama psikoloji bilimini yok sayıyorlar. Oysa doğan bebeğin de bir duygusal durumu var ve bence en az fiziki durumu kadar özen gösterilmeyi hak ediyor.

Bugün, doğumun ruhsal aşamaları, doğum sırasında ortaya çıkabilecek komplikasyonlar, eskiye oranla çok daha iyi tanınıyor. Tehlikeleri ortadan kaldırmak için her türlü önlem alınıyor. Tıptaki gelişmelere paralel olarak, yeni doğan bebeklerin ölüm oranı düşerken, nedense doğumdan duyulan korku da giderek artıyor.

Hemen herkesin ağzında korkunç bir doğum öyküsü var. Ama bu öyküleri biraz deşince altında hastanede, çabuklaştırılmaya çalışılmış bir doğum olduğu görülüyor. En azından benim çevremde, evde doğurmuş kadınlardan hiçbirinin ürkütücü bir doğum hikayesi yok.

İstatistiksel olarak doğumların yaklaşık %80'i, hiçbir komplikasyona sebep olmadan gerçekleşmekteymiş. Ama gebelerin hepsine, sanki %20'lik kesimde olacağı kesinmiş muamelesi yapılıyor. Gebeler de korkularından, o yüzde yirmilik kısma dahil olmamak adına yüzde seksenlik şanslarını tepip, bıçak altına yatmayı baştan kabul ediyorlar. Oysa çok büyük bir ihtimalle, çok rahat bir doğum yapıp, sağlıklı bir şekilde evlerine dönecekler.

Hastanelerde hastalar tedavi edilir ve doğuma giren kadın doğum uzmanları da cerrahtırlar. Doğum yapmaya hastahaneye giden gebeye "hasta" gözüyle bakılıyor ve hastaymış gibi muamele ediliyor. Sanki her an başına olumsuz bir şey gelecekmiş gibi, koluna katater bağlanıyor, üstüne ameliyat önlüğü giydiriliyor vs. Ayrıca doğum yaparken size yardımcı olması için bir cerrahı tercih ederseniz, sonunda cerrahi operasyona girmeniz büyük bir ihtimaldir, neticede işleri bu... Oysa örneğin doğumunuza yardımcı olması için, işi, "doğuma yardımcı olmak" olan bir ebe hemşireyi tercih etseniz, cerrahi operasyona uğrama ihtimaliniz azalacaktır.

Hiçbir doğum olayı, bir diğerine benzemez. Oysa, her hastane, belirli bir sisteme göre çalışır ve doğum olayı da adeta hastanenin sistemine uymak zorunda kalır. Ayrıca her hastanenin sistemi tehlikeli bir doğuma göre hazırlanmıştır ve dolayısıyla hastaneye doğuma gelen her kadına, zor bir doğum yapacakmış gözüyle bakılır.

Yapılan araştırmalar, evde doğum yapan kadınların, diğerlerine oranla daha az ağrı dindirici ilaca ihtiyaç duyduklarını ortaya koymuştur. Ayrıca evdeki doğumlarda yapay yöntemlere daha ender başvurulmaktadır. Kendi tecrübem de bu yönde oldu. Evde 8 saat sancı çektim ve çok rahattım, kızımı 2-3 defa uyuttum, sonra uyumak istemeyince oyaladım, kendimi rahat hissediyordum. Hastaneye gidip NST'ye bağlandığımda 7 dakikada bir gelen ve 110 sınırlarında dolaşan sancılarım vardı ve ben sancıları gayet rahat karşılıyordum, hiçbir sorunum yoktu. Ne zaman ki hastane odasına alındım, koluma isteğim hilafına katater takıldı, istemediğimi beyan ettiğim halde ameliyat önlüğü giydirildi ve yine isteğim hilafına "10 dakika sonra çıkartırız" diyerek NST'ye bağlandım bir anda sancılarım düzensizleşti ve şiddeti düştü, 50 dolaylarına indi. Ama evde 110 dolayında sancıyı gayet rahat karşılayan ben, hastanede 50 dolayındaki sancılarda kıvranmaya başladım. Sırtüstü yatmak çok zorluyordu ve sancılar sırasında kasılıp kalmaya başladım, bu durum da benim tansiyonumu yükselttiği gibi bebeğin kalp atışlarının da yavaşlamasına neden oldu.

Bir kere, her türlü gereçlerle donatılmış bir hastanede doktorlar, uzun süre bekleyemediklerinden, bu gereçlere hemen başvurma hatasına düşüyorlar sanırım çoğunlukla. Nitekim sürekli gelip gidip beni normal doğurmamaya ikna etmeye çalışan nöbetçi doktor hanım bana "Sancılarınız ilk geldiğinizde çok güzeldi. Eğer ilk doğumunuz sezaryen olmamış olsaydı, ben size hemen suni sancı verip doğumunuzu hızlandırır ve elimle de yardım ederek bir çırpıda doğurmanızı sağlardım" dedi. Sancılarıma konsantre olmaya çalışırken kendisine cevap vermemeyi tercih ettim ama içimden "Demek ki her şeyi normal ve yolunda giden bir doğum yaşıyor olsam bile, doğumumun kendi yolunu izlemesine müsaade etmeyecek, muhakkak müdahele edecektiniz öyle mi?" diyordum ve o noktada, hastaneye erken gitmenin ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamış oldum. Nitekim daha sonra aynı doktor hanımda doğum yaptığını öğrendiğim bir arkadaşım, ilk doğumunu normal yapmış olmasına karşın, aynı doktor hanım tarafından kendisine verilen suni sancının acısını çektikten sonra sezaryene girmek zorunda kaldığını anlattı bana. Suni sancı, çoğunlukla sezaryeni sonuçluyor anladığım kadarıyla.

Ayrıca kadınların çoğu, doğumhanede yabancılık çeker, kendilerini rahat hissetmezler. Hayvanlar üzerinde uygulanan geniş çaplı araştırmalarda, her türlü huzursuzluğun, doğumu olumsuz yönde etkilediği ve geciktirdiği saptanmıştır (Doğumda mahremiyet ile ilgili bir yazı için bkz: http://www.dogaldogum.com/yazlar/207-doumda-mahremiyet.html). Ayrıca kendisini tehlike ve tehdit altında hisseden hayvanların doğumu yarıda kesip (yani insanlar için kullandığımız deyimle "sancıları kaçıp") kendilerini güvende hissettikleri bir yere giderek, orada doğurdukları da bilinmektedir. Her kadın, içten içe evinin sıcak ortamında doğum yapmayı ister sanırım. Bu isteğimi dile getirdiğimde, modern tıbbı reddetmekle suçlandım. Oysa doğumun evde gerçekleşmesini istemek, eski basit koşullara bir dönüş sayılmamalıdır. Bugün hastane ortamında, kadının ve bebeğin ruhsal gereksinimleri karşılanamamaktadır. Oysa kadının ve doğumun mahremiyetine önem verilerek, tıbbi koşullar ve kadının ruhsal gereksinimleri arasında bir uyum pekala sağlanabilir (Örnek bir doğum için bkz: http://bebekyapimbakimonarim.blogspot.com.tr/2013/03/gunesin-dogal-dogum-hikayesi.html). 

Örneğin doğumhanelerin ve doğuma gelmiş gebeler için ayrılan odaların daha insancıl tarzda döşenmesi mümkün. Böylece kadınların çevresi, komplikasyonsuz doğumlarda gerek duyulmayan ürkütücü gereçlerden arındırılmış olur. Hastane sisteminin her doğuma birebir uygulanmasından da vazgeçilmelidir. Hiçbir yöntem, önceden planlanıp hazırlanarak, her kadına aynen uygulanmamalıdır. Özellikle, sancı veren ya da dindiren ilaçların kullanılmasında bu durum geçerlidir. Ayrıca ebe ve doktorlar, doğumun öncelikle anne adayını ilgilendiren bir konu olduğunu kabul etmelidirler. Yani kadının istek ve duyguları ciddiye alınmalıdır. Gereksiz yere anestezi yapılmamalı ve konuşma tarzına dikkat edilmelidir. Doktor ve ebelerin çoğu, sancı çekmekte olan kadınla yetişkin bir insan gibi değil de, yardıma muhtaç bir çocuk gibi konuşuyorlar. Örneğin ben sancı çekerken gelip gidip, öleceğim ve bebeğimi de öldüreceğim hususunda olumsuz telkinlerde bulunarak moralimi bozmaya çalışan doktor hanım, ben gözlerim kapalı sancılarıma konsantre olmaya çalışırken yanındaki hemşireye "Ohooo, baksana neler söylüyorum, hiç oralı bile olmuyor" dedi benim için. "Gözlerim kapalı ama sizi duyabiliyorum, ben burada yokmuşum gibi hakkımda konuşmayın lütfen" demek istedim ama diyemedim, çok sinir bozucuydu. Annenin mahremiyetine saygı gösterilmesi de çok önemli. Hastanede rahat rahat bağıramadım, yan odadan duyarlar diye. Odam zaten yol geçen hanı gibiydi, birisi tansiyonumu ölçmeye giriyor, diğeri NST'yi kontrole geliyor... Normal doğum yapan anneler de bacaklarını, doğumhanenin kapısına dönük olarak açmak zorunda kalmanın rahatsızlığından bahsediyorlardı. Bunların hiçbiri düzeltilemeyecek hususlar değil, sadece biraz anlayış yeterli.

Özetle ikinci doğumumdaki hatalarımdan aldığım dersler şöyle oldu, eğer sezaryen sonrası normal doğum yapmak istiyorsanız:
  1. Kendinize uygun bir doktor bulun.
  2. Kendinize destek verecek bir ebe ya da doğum koçu ile anlaşın.
  3. Yedek doktorunuzu da ayarlayın.
  4. Olası br terslikte gidebileceğiniz yedek bir hastane ayarlayın.
  5. Nefes tekniklerini çalışın.
  6. Yanınızda size normal doğum konusunda destek vermeyecek hiç kimseyi bulundurmayın.
  7. Mümkün olduğunca uzun süre evde kalın.
  8. Açıklığınız 4 santimi geçmeden hastaneye gitmeyin.
  9. NST'ye bağlı kalmayın.
  10. Katater taktırmayın.
  11. Susuz kalmayın. Mümkünse enerji verecek bir şeyler için. Bebek aç ve susuz kalınca kalp atışları yavaşlıyor ve sonuç ameliyat oluyor.
  12. Kendinizi psikolojik olarak rahat hissedeceğiniz bir ortam talep edin. Eğer ameliyat önlüğü giymek istemiyorsanız uygun kıyafetlerle hastaneye gidin.
  13. Size söylenen olumsuz ifadeler hakkında başka bir uzman görüşü daha alın. Çünkü edindiğim tecrübeye göre, doktor sizi ameliyata razı edebilmek için göz göre göre YALAN söyleyebiliyor.
Umarım benim olumsuz tecrübelerim, başka birilerinin, en azından kendi kızımın olumlu tecrübeler yaşamasını sağlar...

3 Temmuz 2014 Perşembe

"Normal" Doğum Beklerken Nasıl Sezaryene Alındım? Doğumdaki Hatalarım- Doğum Hikayelerim I


"Son zamanlarda doğan bebekler, dünyamıza gelmek için pek acele etmiyorlar" diyor doktor sakin sakin, bundan 40 yıl öncesinde.
İlk hamileliğimdeki en büyük hatam doğuma hazırlanmamak oldu. Doğum sonrası ile ilgili pek çok hazırlık yaptım ama doğumun kendiliğinden gerçekleşeceğini düşünme hatasına düştüm. Ben normal doğumla dünyaya gelmiştim. Daha çok küçükken annem bana normal doğumu Elele Dergisi'ndeki fotoğraflarla gösterip anlatmıştı. "Canını acıttım mı?" diye sorduğumda "Hayır, canım. Ellerinle böyle böyle yüzme hareketi yapıp bana yardım etmiştin ve hemencecik doğdun. Hatta senin ağlama sesini duyup da, o benim bebeğim mi, diye sorduğumda doktor teyzen, senden başka kimse yok ki doğumhanede demişti bana" diyerek harika bir doğum hikayesi anlatmıştı. Ben de doğumumun böyle kolay ve sorunsuz olacağını düşünmüştüm hep. Aksini düşünmem için de bir neden yoktu zaten.

Çevremde benimle aynı dönemde hamile olan 10 küsur arkadaşım vardı. Sadece 2 tanesi normal doğum yapabildi. Bir tanesi çok ısrarlıydı, son ana kadar bekledi ve gerçekten de doğumu, hastane sistemine uygun gerçekleşti; yani 40. hafta dolmadan, hızlı açılma ile ilerleyen bir doğum oldu. Doktoru aslında normal doğum yapmaması ile tanınan bir doktordu ama arkadaşımın karşısında o bile direnemedi. Yine de normal doğum konusunda tecrübesiz bir profesör olduğundan, arkadaşımı bir hayli kesti, kızcağız bir hafta kadar yatmak zorunda kaldı, doğru düzgün oturamadı. O zamanlar birinin söylediği söz kulağıma küpe oldu: "Doğum yapmak için, işi doğum yaptırmak olan ebeler yerine, ameliyat yapmak olan profesör cerraha gidersen, doğumunun büyük olasılıkla ameliyatla sonuçlanacağını öngörmelisin.". Doğru söze ne denir?! Diğer arkadaşımın da çok hızlı ilerlemiş açılma süreci, hastaneye gittiğinde artık epidural bile takılamayacak kadar doğumun sonuna yaklaşılmış durumdaymış. İkisi de gayet sağlıklı çocuklar doğurdular ve ikinci bebeklerini de yine normal doğumla doğurmayı tercih ettiler. Eğer doğum esnasında ya da doğumdan sonra, normal doğumun dayanılmayacak sonuçları olduğunu görselerdi herhalde ikinci bebeklerini normal doğurmayı tercih etmezlerdi.

Geriye kalan arkadaşlarımın hepsi sezaryene girdi. Çoğunluğu doğum korkusu nedeniyle sezaryeni kendisi tercih etti. Bir kısmımız da,bende olduğu gibi çeşitli bahanelerle sezaryene ikna edildik.

En büyük hatam doğumun nasıl başlayacağını, nasıl ilerleyeceğini, hastane sistematiğine aykırı bir durum oluşursa nasıl davranmam gerektiği önceden çalışmamış olmamdı. Bunları aslında çalışmak zorunda değildim elbette ama modern dünyada, eğer doktorların panik haline kendimi kaptırmamak istiyorsam, belirli durumlarda nasıl tepki vermem gerektiğini önceden planlamalıydım. Misal ilk doğumumda 40. haftayı doldurdum, yani beklenen günü geçirdim. Oysa tahmini doğum tarihi, adı üstünde tahmini bir tarih. Ortalama 40. haftaya tekabül ediyor. Normal doğum ise 38 ila 42. haftalar arasında gerçekleşebiliyor. Benim 38. haftada nişanım geldi, 3 santim açılmam oldu, bebeğim kafasını uygun pozisyonda yerleştirdi ve ben 3 hafta bu şekilde dolaştım, yine de doğum başlamadı.

O dönem çalışıyordum, her ne kadar akşamları yürüyüş yapıyor da olsam, gün boyu oturarak çalıştığım hareketsiz bir yaşantım vardı. Ayrıca doğum hakkında doktorumla hiç konuşmamıştım, başıma ne geleceğini bilmiyordum ve dolayısıyla ciddi anlamda gergindim. Doktorum da 41. haftamı tetikte geçirmeme neden oldu. Her gün, koca karnımla bir saatlik yol tepip hastaneye giderek NST denen alete bağlanıyordum. Eşim beni götürebilmek için her sabah işinden izin almak zorunda kalıyordu. Elbette bu durum üzerimde ciddi stres yükü yarattı. Ayrıca konu-komşu ve akrabalar da sürekli arayarak "Hala doğuramadın mı?" diyorlardı.

En sonunda 41. hafta bitiminde doktorum suni sancı ile doğumu başlatmaya karar verdi. Oysa bunu da kabul etmemem gerekirdi. NST ve ultrason kontrollerinde her şey yolunda görünüyordu, bebeğin suyu yeterliydi, kalp atışları düzenliydi, ben sağlıklıydım. Bebeğimin dünyaya gelmek istediği zamanı kendisinin seçmesine izin vermem gerekirdi. Ama o kadar çok "Geç kaldı" baskısı yaşadım ki suni sancıyı kabul ettim.

Bundan sonrası ise elbette benim dışımda gelişti. Zira tıp uzmanı değilim. Beni hastane odasına soktular, ameliyat önlüğü giydirdiler, kolumdaki damara katater taktılar, serum bağladılar, seruma da bir miktar ilaç şırınga ettiler. O ilacın adı neydi, beklenen etkisi neydi, hangi miktarda verdiler vs vs hiçbir şey bilmiyordum. Karnımdaki bebeğim de ilaçlarla böylece tanışmış oldu. Bilahare ameliyat esnasında verilen sakinleştirici ve anestezik ilaçlar ve ameliyat sonrası verilen narkotik ağrı kesiciler ve antibiyotikler ile bebeğim gözlerini bol bol ilaçlanarak dünyaya açtı (Sonra da sezaryen doğumlar alerjiyi vs arttırıyor derler, arttırmaması anormal olur zaten. Kızımda hafif bir klostrofobik durum seziyorum. Bunun bile henüz sancım gelmeden, kızımın kendi rızası dışında, güvenli barınağından zorla çıkarılmış olmasına bağlıyorum.).

Tüm günü kolumda serumla hastane odasında geçirdikten sonra, NST'de hiç sancım gözükmemesine, ben de hiç sancı hissetmememe, suyum ve nişanım gelmemesine yani doğumla ilgili hiçbir belirti olmamasına rağmen doktorum gün içinde birkaç defa alttan, son derece acı verici muayeneler yaptı. Ve her seferinde de "Hiçbir gelişme yok" dedi. Sonunda akşam oldu, doktorum eşimle beni karşısına aldı "Sabahtan akşama kadar ilaç aldınız. Hiçbir ilerleme olmadı. Bu şekilde evinize giderseniz, ben artık sorumluluk kabul etmiyorum. Bana sorarsanız, bence bu akşam doğum kendiliğinden başlamazsa, yarın sabah sezaryene girin." dedi.

O kadar yorgundum ki, dönüp eşime baktım. Eşim de en az benim kadar tecrübesiz ve bilgisizdi bu konuda. Doktora güvenmekten başka bir çare göremedik, ne diyorsa doğru diyordur diye düşündük ve hayatımın en büyük hatasını yaparak, her şey yolunda giderken, sırf aceleciliğimizden sezaryeni kabul ettim, kendi isteğimle kurbanlık koyun gibi kesilmeye gittim.

Oysa bilahare evde bulduğum 1979 tarihli Elele Dergisi'nden henüz çocuğun cinsiyetinin bile anlaşılamadığı 40 yıl öncesinde, rahimdeki su miktarını, bebeğin kalp atışlarını ve pozisyonu tespit eden aletlerin olmadığı dönemlerde, beklenen doğum tarihinden 20 gün sonra bile normal doğum yaptırdıklarını okudum. İlgili yazı, en baştaki fotoğraf büyütülerek okunabilir.


Ertesi sabah epidural anestezi ile kızımı kucağıma aldım (Epidural anestezi ile sezaryen hakkındaki yazım: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2010/02/epidural-anstezi-ile-yaplan-sezeryanda.html).

Kızım sağlıklıydı ama benim toparlanmam bir hayli sürdü. İlk çocukta zaten psikolojik olarak bir yıkım yaşanıyor. Tüm hayatınız yıkılıyor, yerine yeni bir hayat kuruyorsunuz. Zor bir dönem. Bir de fiziksel olarak acı çekmek, iyice yorucu oluyor. Öyle "Sezaryenden sonra, ertesi gün evde elektrik süpürgesi vurdum" diyenlere kesinlikle inanmayın.

Ben sezaryene istemeden girdiğim için acaba abartıyor muyum diyerek hep kendimi benimle aynı dönemde, isteyerek sezaryene giren arkadaşlarımla kıyasladım. "Ben çok iyiyim, hiçbir şeyim yok" diyen arkadaşım, ayağa kalkıp tuvalete gitti ve klozette bayıldı. Ben ameliyattan 5 saat kadar sonra ayağa kalkıp yürüdüm, tuvalete çıkmakta herhangi bir sorun yaşamadım, sütüm hemen geldi vs vs. Ama neticede bir rahim ameliyatı geçiriyorsunuz. Rahim ameliyatı geçirip de ertesi gün ev işi yapmaya başlayan birini şimdiye kadar hiç tanımadım. Ama bu rahim ameliyatının adı sezaryen olunca, "nekahet" evresini hiç yaşamamanız gerekiyormuş, sanki iyileşme süreci yokmuş, sanki normal doğumdaki gibi ayağa kalkıp günlük yaşamınıza sorunsuz devam etmeniz gerekiyormuş gibi davranıyorlar. Ama gerçekler hiç de öyle değil.

İkinci doğumumda yanımda, korkusu nedeniyle sezaryen olmuş ve sürekli sezaryenin çok rahat bir doğum şekli olduğunu söyleyen bir akrabam vardı. Ameliyattan sonra oram buram acıdıkça kendisine "Şimdi bu acı anormal mi? Bende mi bir gariplik var?" diye sordum. Aldığım cevap "E, ameliyat, kolay değil, elbette acıyacak" şeklinde oldu.

Sezaryenin adı sevimli geliyor kulağa herhalde ama canlı canlı yaşayan birini görünce, ancak o zaman bunun bir rahim ameliyatı olduğu anlaşılabiliyor.

Kızımın altını temizlerken, yatağına koyup alırken çok zorlanıyordum. Kollarım titriyordu. Pusetini bile itemiyordum, hele ki yokuşları pusetle ancak geri geri giderek inebiliyordum. Diğer sezaryen olan arkadaşlarıma sorduğumda 3 ay içinde yavaş yavaş gücümü geri kazanacağımı söylediler. Karın kasları ameliyat esnasında kesildiğinden ya da sağa sola doğru açıldığından, karın kaslarım olmadan hareket etmekte zorlanıyordum. Kızımın ilk bakımlarını, ilk yıkamasını vs hep başkaları yaptı, ben seyretmek zorunda kaldım. Video çekimleri yapmışım hep. Oysa kendim yapabilecek kuvvette olmak isterdim. Eşim beni güldürdüğünde kızıyordum, dikişlerim acıyordu. Tuvalete gittiğimde dikişlerin başlangıç ve son noktalarına bastırmazsam canım acıyordu, zorlanıyordum. Oturup kalkarken, yatakta sağdan sola dönerken rahmimi iki elimle tutarak hareket ettirmek zorunda kalıyordum. Kızımın kırk mevlüdünde bile doğum sonrası korse ile dolaşıyordum ve hareketlerimde çok da rahat değildim, örneğin giyinip soyunurken, kollarımı havaya kaldırdığımda bile zorlanma hissediyordum. Doğumdan bir süre sonra doktorumun tavsiyesi ile doğum sonrası korsesi kullanmaya başladım ve ancak öyle rahat hareket edebildim.

Üstelik diğer hamileliklerimde rüptür yani rahim yırtılması riskini arttırmış oluyordum bu sezaryen kesisi ile. Bu nedenle ikinci hamileliğimde doktorların çoğunluğu, rüptür riskini yok etmek adına, bebeğimi 40. haftayı beklemeden, 38. haftada almayı teklif edeceklerdi. Doktorlara göre 38. haftasında bir bebek artık doğmaya hazır bir bebektir ama 38. haftasında sezaryenle alınıp da küvöze konulmak zorunda kalan bebekleri de biliyorum; doktorların tahminleri ile doğanın "hazırsın" dediği zaman denk düşmeyebiliyor. Sezaryen doğum sonrasında artık bir sonraki hamileliğimin son ayında risk altında bir gebe olacaktım. Ayrıca rahmimle birlikte karın zarım da kesilmişti. Geçirilmiş karın ameliyatlarına ait kesi bölgelerinde fıtık görülme ihtimali de vardı. Doku iyileşmesinin yetersiz olması durumunda ameliyattan hemen sonra veya dokuların zayıflayıp destek gücünü yitirmesi nedeniyle yıllar sonra fıtık gelişebilirdi. Zorunlu olmadığım bir ameliyatı kabul ederek, eğer ömrüm olursa, gelecek yaşantımdaki sağlığımı ve yaşam kalitemi riske atmış bulunuyordum.

Ayrıca normal doğumda yaşandığı söylenen dezavantajları da yaşamıştım. Normal doğumda ıkınmadan mütevellit hemoroid olur denmişti. Bende hamilelikte, rahmin yaptığı baskı sonucu hemoroid çıktı. Normal doğumda rahim sarkar ve idrar kaçırma olur, demişlerdi. Oysa benim idrarını tutmakta en zorlandığını bildiğim yakınım, iki çocuğunu da sezaryenle doğurmuştu. Nitekim ben de sezaryenden sonra hastalık dönemlerimde aşırı öksürdüğüm durumlarda tuvalete gitmek zorunda kaldım. İkinci ameliyatımı yapan doktor, anestezi etkisi altında tam anlayamadım ama "ilk ameliyatınızda idrar torbanız kaymış, onu da düzelttik" gibi bir şeyler söyledi. Neticede ameliyat esnasında diğer iç organlarının bazılarını da oynatıyorlar, e beşer şaşar, insanoğlu hata yapıyor, ameliyatın kolayı zoru yok, bademcik ameliyatında hayatını kaybeden bile oluyor. Ama sezaryene alırken doktorlar bu durumu hatırlatma gereği duymuyorlar. Ameliyat öncesi "Ameliyat esnasında başıma gelebilecek her türlü riski kabul ederek ameliyata kendi isteğimle giriyorum" yazılı bir kağıt imzalatıyorlar size ama ne imzaladığınızı bile anlamıyorsunuz. Zaten risklerin hiçbiri size anlatılmamış oluyor.

Özetle, ameliyat olmayı kabul ettiğime çok çok pişman olmuştum. İkinci doğumumda sezaryen sonrası vajinal doğumu (ssvd) denemeye kesin karar verdim.



İlk doğumumdan çıkardığım dersler şunlar oldu:
  • İlk doğumum bile olsa, sezaryen sonrası normal doğumu destekleyen bir doktor  bulmalıydım. Çünkü ancak böyle bir doktor normal doğum konusunda benim kadar isteklidir.
  • Doktorumla doğum aşamasını ayrıntılı konuşmalıydım. Doktorum da beni bilgilendirmeye istekli biri olmalıydı, zira ne yaşayacağımı bilemediğimden, ne sormam gerektiğini de bilemiyordum.
  • Hamileliğimin son dönemlerini stres altında geçirmeme neden olmayacak, rahat bir doktor bulmalıydım.
  • Doğum süreci ile ilgili bilgilenmeli ve doğuma yönelik fiziksel hazırlık yapmalıydım.
  • Çevremdekilere tahmini doğum süremi söylememeliydim ki beklenen tarih yaklaştıkça "Hala doğurmadın mı?" sorularıyla taciz edilmeyeyim.
  • Hamilelik süresince yoğun yürüyüşler ya da ev işi yaparken hamilelik korsesi ve doğum sonrası da lohusalık korsesi takmayı ihmal etmemeliydim.

30 Mayıs 2014 Cuma

Lohusalık Nasıl Keyifli Geçirilir? (postpartum period-babymoon- dördüncü 3 aylık dönem)



Doğumdan sonra eve geldiğinizde  yorgun olacaksınız, üstelik dinlenmeye de fırsat bulamayacaksınız. Bebek her iki saatte bir meme emmek isteyecek, en az 3 kiloluk bir bebeği sürekli kucağınızda taşımak zorunda kalacaksınız; günde en az 5-6 defa alt değiştirmek, 2-3 defa üst değiştirmek, bebeği ve çamaşırlarını yıkamak gibi fiziki kuvvet gerektiren işler yapacaksınız. Emzirmek zaten yeterince yorucu ve kalori kaybettirici bir iş. Ayrıca geceleri en fazla 4-5 saat blok uyku uyuyabileceksiniz. Uykusuzluğa, düzensiz beslenme eklenince lohusalık depresyonuna doğru yol alabilirsiniz. Buna müsaade etmemek adına doğumdan önce lohusalık döneminiz için plan yapmak, lohusalık dönemini keyifli geçirmenizi sağlayabilir.


Lohusalıkta planlanması gereken ana noktalar şunlar: EMZİRMEK, DİNLENMEK, YEMEK ve DIŞ DÜNYAYLA TEMASI EN AZA İNDİRMEK


  • Lohusalık döneminde dış dünya ile temasınızı en aza indirmeniz ve günlük hayatınızı sadeleştirmeniz gerekmektedir. Haber programı izlemeyin, travmatik haberlere kulaklarınızı tıkayın,  tüm gün pijamalarla dolaşın, dışarıdan yemek ısmarlayın, bırakın ortalık dağınık kalsın. Sezaryen ameliyatı sonrasında, karın kasları işlemez durumdayken ve henüz dikişleri bile kaynamamışken, hastaneden evine gelip elektrik süpürgesi vuranların hikayelerine aldırmayın. Şu anda yapmanız gereken kendinizi başkalarına ispatlamak değil, bebeğinizle aile olarak sağlıklı bir bağ kurmak için kendinize zaman tanımaktır. Bu süreyi kendinize tanırsanız, aile olarak yolculuğunuzun bir sonraki ayağı daha keyifli ve faydalı hale gelecektir. Kendinizi zorlamayın, hayatın akışına bırakın.
  • Lohusalık dönemini yemek yapmadan ama sağlıklı yemekler yiyerek geçirebilmeniz için önceden plan yapın. Eğer 40 gün boyunca yanınızda kalacak ve yediklerinizi hazırlayacak birisi varsa şanslısınız. Yoksa, teknolojiden istifade edin. Derin dondurucunuza yaptığınız yemeklerden birer kap koyabilirsiniz ya da haşlanmış nohut, fasulye vs koyup bunlardan soğuk salata yaparak sağlıklı beslenmeye çalışabilirsiniz. Kahvaltı için yumurta haşlayıp soğuduktan sonra bütün bütün ağzınıza atıp yemek de bir çözüm mesela. Bir bardak da soğuk süt içtiniz mi, sizi bir süre idare edecek enerjiyi kazanırsınız. Eğer bu şekilde kısa sürede hazırlanan sağlıklı yiyecekler yemezseniz kısa sürede kan şekeriniz düşer ve tatlıya yüklenirsiniz. Tatlılar size kilo olarak geri döner, kilolar da moralinizi bozar. Siz iyisi mi baştan kontrolü elinizde tutun. Ve ne olursa olsun asla rejime girmeyin. Rejim yapmak ruh halinizi olumsuz etkiler. Sağlıklı yiyecekler tüketerek emzirmeye devam ettiğiniz sürece hamilelikte aldığınız kiloları muhakkak vereceksiniz. Vücudunuzdaki şişlik de regl olduktan sonra inecek. Kendinize biraz zaman tanıyın, vücudunuz böyle kalmayacak merak etmeyin (Lohusalığı süresince, hiç rejim yapmadan doğum öncesi kilosuna inmiş diyetisyen bir annenin yazısı: http://hayatimdiyet.blogspot.com.tr/2013/07/lohusalkta-40-gunumuz-nasl-gecti.html).
  • Lohusalık döneminizi evde geçirin. Doğumdan sonra oraya buraya gitmek gibi bir niyetiniz varsa, lohusalık döneminden sonraya erteleyin. Hem ailenizin yeni bebeğinize, hem de bebeğinizin ailenize alışması için zaman tanıyın. Sonra bol bol gezecek zamanınız olacak, hayat hep böyle yavaş akacak zannetmeyin.
  • Uzun yolculuklara çıkamasanız bile sık sık dışarı çıkın. Dışarı derken, kastım gerçekten dışarısı, yani açık hava. Bebeğinizi sırtınıza bağlayın, çıkıp biraz yürüyüş yapın. Ya da bebeğinizi güvendiğiniz birine emanet edip biraz temiz hava alın. Ekmek almaya gidin misal. Yabancı insanlarla iki çift laf etmek ve biraz da yürümek tüm haleti ruhiyenizi değiştirecektir.
  • Lohusalık döneminde misafir isteyip istemediğinize karar verin. Eskiden köylerde kırkı çıkmadan lohusa ziyaret edilmezmiş. Doğum yapan kadının kanaması vardır ve yorgundur. Dolayısıyla ilk 40 gün dinlenmesine, yalnız kalmasına izin vermek ince bir düşünce. Ama günümüzde bebeği doğar doğmaz görmek adet olmuş. Bırakın evde ziyareti, hemen hastaneye doluşuveriyoruz. Gitmesek de ayıp oluyor. Ama eve gelmek isteyen misafir umduğunu değil, bulduğunu yer. O nedenle misafir kabul etseniz bile mümkün mertebe gecelik-sabahlık ikilisi ile oturun. Bu şekilde misafire yorgun olduğunuz ve dinlenmek istediğiniz mesajını verebilirsiniz. Gecelikle duramıyorsanız bile kendinizi yorgun hissedince müsaade isteyip, odanıza çekilin. Lohusa olduğunuz için kimse kusurunuza bakmayacaktır, çekinmeyin. 
  • Anne-baba-bebek ve diğer aile bireylerinin birbirlerine alışma dönemine İngilizce'de "babymoon" diyorlarmış. Tıpkı balayı gibi tarafların birbirlerini tanıma dönemi olduğu için bu isim verilmiş. Dolayısıyla tıpkı balayında olduğu gibi, bu dönemin de mahremiyet sınırları içerisinde sayılması ve aile bireylerinin olabildiğince yalnız bırakılmaya çalışılması çok önemli bence. Böylece aile bireylerine birbirlerini keşfetme ve bibirleriyle tanışma anları için baş başa zaman tanınmış olur. Bebeğin gelmesinden önceki dönemde olduğu kadar sakinlik ve huzur ortamı yaratabilirseniz, bebeğin yeni hayatı da rahimdeki hayatına benzeyeceğinden, yeni hayatına alışması daha kolay olacaktır. Yenidoğan bebeği misafirin kucaklamaması da bence oldukça önemli. Zaten anne içgüdüsel olarak bebeğini kimsenin kucağına vermek istemez. Ama günümüz dünyasında "aşırı sahiplenici" damgası yiyor hemen. Oysa içgüdüler yanılmaz. Öncelikle yenidoğan mikrop kapmaya açıktır, oysa özellikle doğum esnasında annesinden aldığı bakterilere karşı bağışıklığı vardır, dolayısıyla annesinden ve aile bireylerinden başka birilerinin kucağına gitmek onu hastalığa açık hale getirir. Ayrıca yenidoğan bebeklerin ailesi ile geçirdiği bu uyum döneminde aile bireylerinin kokusuna ve dokunuşuna alışmaya ve yeni çevrelerine uyum sağlamaya ihtiyaçları varken, yabancıların kucaklamaması çok daha iyi olacaktır.

  • Kimi insan gecelikle durmayı sever. Kendinize çok şık gecelik-sabahlık takımları alıp gününüzü böyle geçirebilirsiniz. Ama eğer gecelikle dolaşmaktan hoşlanmıyorsanız, üstünüzü değiştirmeye de zaman ayırın ki depresif bir ruh haline girmeyesiniz. İnsanın üstündeki kıyafet, ruh halini kesinlikle etkiliyor. 
  • Bebek uyudukça siz de uyuyun, uyuyamıyorsanız bile dinlenin, mümkünse uyuklamayı/şekerlemeyi öğrenin. Ben gecede kesintisiz 10 saat uyuyamazsam, uykumu almamış sayardım kendimi. Kızım sağ olsun alıştırdı, artık gece uykularımın bölünmesi beni hiç zorlamıyor. Gündüz kısa kestirmelerle telafi edebiliyorum fiziksel açığımı. Zamanla öğreniliyor, alışılıyor. Mümkün olduğu zamanlarda bebeğin yanında uyumayın. Bebeği güvendiğiniz birine emanet edip, ayrı bir odada yattığınızda daha derin uyuduğunuzu fark edeceksiniz. Hormonal bir durum bu. Annenin bütün alıcıları bebeğin kıpırtılarına karşı duyarlı oluyor. Kızımın 10 defa uyandığı gecenin sabahında eşimin "Kızımız bu gece ne de güzel uyudu, hiç de uyanmadı" demişliği vardır. Zira anne bebeğin uyandığını en derin uykusunda bile fark edip, olaya müdahale edebiliyor. İnsanlığın varlığı açısından hoş bir durum elbette ama uykunuzu almak istediğinizde bebeğinizden uzakta olmanızda ve bebeğinizin güvenli ellerde olduğunu bilmenizde fayda var.
  • Eğer büyük çocuklarınız varsa, lohusalık döneminiz boyunca onlara bakacak birilerini ayarlayın. Sizin dinlenmeye ihtiyacınız var. Çocuklarınıza yemek pişirecek, onları oyalayacak ve dışarı çıkartacak birileri varsa dinlenmek için daha çok vakit bulabilirsiniz.
  • Ev işleri için de yardım istemekten çekinmeyin. "Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" diye soran kişileri geri çevirmeyin. Mercimek çorbası pişirmek, mutfağın yerlerini paspaslamak, temiz çamaşırları asmak, bir iki parça ütü yapmak gibi şeyler isteyebilirsiniz. Ayıp olmaz, hatta karşınızdaki kişi ile aranızda özel bir bağ oluşmasına bile neden olur. Herkes yardım etmeye istekli ama kimse yardım almak istemiyor günümüz dünyasında. Lohusalıkta çekinmeyin, yardım alın, sosyal ağlarınızı bu şekilde güçlendirin. Sosyal ağlarınız güçlendikçe bir kadın ve anne olarak kendinizi daha güçlü hissedeceksiniz. Yemek getiren, çamaşır yıkayan, sizin için alışveriş yapan, evinizi temizleyen ve sadece bunları yapmak için uğrayıp, sonra da sizi bebeğinizle baş başa bırakan eş, dost, akraba candır; unutulmaz, hakkı ödenmez. Böylesini bulursanız, kaçırmayın.
  • Sağlık hizmeti bakımı alın. Bulunduğunuz bölgede kayropıraktır (chiropracter) varsa onlara başvurup lohusalıkta yardımcı olup olmadıklarını sorabilirsiniz. Masaj yaptırabilirsiniz. Kanamanız kesildikten sonra hamama gidebilirsiniz. Lohusalık sendromu ya da depresyon gibi duygu durum bozuklukları yaşıyorsanız kesinlikle gecikmeden yardım alın, geçecek diye beklemeyin ya da yaşadıklarınızı "normal" kabul etmeyin. Günlük bakımlarınızı da ihmal etmeyin. Saçınızı tarayıp toplamak, hafif bir makyaj yapmak, duş almak kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. Anne olduktan sonra günlük bakımıma daha az zaman ayırabildiğim için bakım süremi nasıl kısalttığımı ve cilt bakımımı artık nasıl yaptığımı da bir yazımda yazmıştım: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/10/bir-anne-cilt-bakmna-zaman-ayrabilir-mi.html. Duş almak için de zaman bulamıyorsanız, bebeğinizi sling yardımı ile kendinize bağlayıp ya da duşun içine bir tabure koyup bebeğinizi kucağınıza alarak birlikte duş almayı deneyebilirsiniz.

  • Emzirme konusunda yeterince bilgi edinin. Yeni doğmuş bir bebek her istediği sürece emzirilmelidir. Sütünüz ancak böyle artar. "Sütün az", "Bebek kilo almıyor" gibi psikolojik baskılara maruz kalacaksınız. Süt arttırma yöntemlerini ve vücudun nasıl süt ürettiğini öğrenin (Benim tavsiyem Bebek Yapım, Bakım, Onarım blog'unda yazan Tomris Hanım'ın seri halindeki Emzirme Notları olacak: http://bebekyapimbakimonarim.blogspot.com.tr/2013/10/tomrisin-emzirme-notlar-18-gece.html. Kendisi ayrıca aynı isimli Facebook grubunda da sorulan soruları cevaplıyor. Bu konuda bulunmaz bir bilgi ve tecrübe kaynağı kendisi). Benim de bu konuda kısacık bir yazım var: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2010/03/anne-sutu-nasl-arttrlr.html
  • Medya ile iletişiminizi sınırlayın. Lohusalık sürecinde anne hormonlarının etkisinde ve çok hassas oluyor. Hamilelik hormonları hızla azalırken, bu sefer de süt salgılamasını destekleyen hormonlar çalışmaya başlıyor. Bu değişiklikler de anneyi hassaslaştırıyor, her an ağlamaya hazır hale getiriyor. O nedenle haberleri seyrederken, gazete okurken, twitter takip ederken dikkatli olun. Bana sorarsanız en azından ilk 40 gün dünyadan kopun. Hatta bu durum o kadar hoşunuza gidebilir ki haber diyetine girmeyi tercih edebilirsiniz. Ben ilk doğumumdan bu yana yani 5 senedir gazete okumuyorum, televizyon seyretmiyorum ve hayret verici şekilde çevremdeki pek çok kişiden daha haberdarım pek çok konuda. Gerekli haber, zaten gelip sizi buluyor inanın. Haber/medya diyetine bir girin, sonucuna kendiniz de şaşırabilirsiniz. En azından travmatik haberlerden uzak durun, sınırlarınızı ve sizi neyin daha huzurlu hissettirdiğini bilin. (Doğumdan sonra medyadan uzak bir yaşam tercih eden bir diğer anne için bkz: http://basitbiryasam.blogspot.com.tr/2012/06/haberler.html)
  • Hele ki özellikle çalışan bir kadınsanız 7/24 bebekle ilgilenmek kendinizi izole hissetmenize neden olabilir. Lohusalık dönemimde "Ben de ana haber bülteni izlemek istiyorum, ben de uluslararası siyaset tartışmak istiyorum" diye bağıra bağıra ağlamışlığım vardır :) Bu bir dönem ve hayat hep böyle sürüp gitmeyecek ve hatta inandırıcı gelmese bile lohusalık döneminizi, hayatın o yavaş akışını ve yenidoğan bebek kokusunu çok özleyeceğiniz günler olacak. Bu dönem geçene kadar çevrenizden destek isteyin. Ailenizden, arkadaşlarınızdan, komşularınızdan, ruh sağlığı uzmanlarından vs vs. Fiziksel desteğe ihtiyacınız olduğu kadar psikolojik desteğe de ihtiyacınız olduğunu söylemekten çekinmeyin. Bazen bir dostla içilen sıcak bir çay tüm dertlerinize derman olabilir.
  • Günlük ev işlerini parça parça yapın. Tüm ütüyü birden bitirmeseniz de olur. Sofrayı toplamasanız da olur. Ev dağınık kalsa da olur. Bu geçici bir dönem. Bebeğinizle bu dönemde kuracağınız bağ her şeyden değerli. O nedenle eşinizle de konuşup, anlaşın. Ev işlerini olabildiğince askıya alın. Misal yemek yapmak için vaktiniz azalıyor diye bebeğinizi uyumaya zorladıkça bebek sizdeki gerginliği hissedip, uyumaya direnecektir. Bu durumda, siz, daha da gerileceksiniz ve olay kısır döngüye girecek. Oysa "Aman bu akşam da lahmacun söyleriz" deyip, bebeğinize sakin ve güler yüzle yaklaşırsanız, onunla birlikte olduğunuz anın tadını çıkarırsanız, bebeğiniz daha kısa zamanda uyuyacaktır. Eğer şanslı biriyseniz en azından ilk 3 ay için ev hayatınızın düzgün şekilde işlemesini devam ettirmek adına tüm işleri üstlenecek birini bulmak en kolayıdır. Baba ya da anneanne uygunsa tüm işi üstlenebilir. Ya da ücret karşılığı biriyle sadece ev işi yapması konusunda anlaşabilirsiniz. En azından doğumdan sonraki iki hafta için, hiç ev işi yapmayacak şekilde kendinizi ayarlayabilirsiniz hem yorgunluğun önüne geçersiniz hem de doğum sonrası fiziksel ve psikolojik nekahet (iyileşme) dönemini hızlandırmış olursunuz.
Bebeğinizin bakıma, rehberliğe ve sevgiye ihtiyacı var. Tüm bu ihtiyaçları karşılayabilmek adına sizin de dinlenmiş, sakin, huzurlu, stressiz bir dönem geçirmeye ihtiyacınız var. Bunları mümkün kılacak ortamı hazırlamak adına planlarınızı önceden yaparsanız, nispeten daha rahat ve oldukça keyifli ve ileride mutlulukla hatırlayacağınız bir lohusalık dönemi geçirebilirsiniz.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Evdeki Malzemelerle Gülsuyu Nasıl Yapılır (Distilizasyon-Damıtma)?

Ev yapımı damıtma :)

Ben ilk defa geçen sene evde gülsuyu yapmaya karar verdim. En hızlı cilt bakımında maden suyu ile birlikte gülsuyu kullanıyorum ve çok işe yarıyor: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/10/bir-anne-cilt-bakmna-zaman-ayrabilir-mi.html


Bizim pazarlarda gül goncaları satılmaya başlıyor Mayıs ortasında. Mayıs-Haziran aylarında Isparta'da gül hasadı ile birlikte gül turları da yapılıyor.
Ama piyasada satılan gülsularının çoğunun içinde sadece su ve gülsuyu esansı var, gerçek gülsuyu hele hele gülyağı barındıran gülsuyu bulmak çok zor ve özellikle gül yağı son derece pahalı (1 kilo gülyağı için 2.000 adet güle ihtiyaç varmış). Kendi yaptığım gülsuyu bana bir sene yetti, etkisinden de memnun kaldım.


Gülsuyu elde edebilemem için gül goncalarını damıtma işleminden geçirmem gerekiyordu. Ev yapımı damıtma (distilizasyon) makineleri var aslında. Diğer çiçeklerin kokusunu başarılı bir şekilde damıtabilen varsa, ben de alacağım o makinelerden. Ama henüz ev yapımı alkol  damıtanlar haricinde çiçek kokusu damıtan görmedim. Eğer bu konuda tecrübesi olan varsa, paylaşırsa çok sevinirim.


Ben de tencerede kaynatmak suretiyle damıtmaya karar verdim. Google'da biraz inceleme yaptıktan sonra işe koyuldum:


Öncelikle geniş ve derin bir tencere buldum. Tencerenin içine kiremit koyun deniyordu ben bir güveç kabı kafa aşağı koydum.


Kafa aşağı duran güveç kabın üzerine bir kase koydum. Kaseye gelmeyecek kadar su doldurdum ve goncaları suyun içine koydum.




Eğer kaplar hafif gelir de kaynarken hareket ederlerse, üstteki kabın içine ağırlık yapması için temiz taş konulabilir.



Sonra tencerenin ağzını boşluk kalmayacak şekilde kapatacak bir kapağı, kafa aşağı olacak şekilde kapattım. Öyle ki tencere kapağının tutacak yeri üstteki kasenin içine girdi. Böylece tencere içindeki su kaynayıp tencere kapağına vurduğunda, sıvı hale dönüşen buhar, kapağın dış bükey olmasının etkisiyle önce tencere kapağının kulpuna, oradan da üstteki kasenin içine doluyor.


Kaynamanın etkisiyle oluşan su buharının suya dönüşmesini hızlandırmak ve fazlalaştırmak için tencere kapağının üstüne de buz koydum.


Bu şekilde goncaları haşlarken üstteki kapta biriken su, gülyağı içeren su oluyor.


Altta kalan haşlama suyunu da ayrı bir kaba döktüm. Hem gülyağı içeren buhardan elde edilmiş suyu, hem de haşlama suyunu kullandım. Gülyağı içeren damıtılmış su elbette daha yoğun kokuyor ve asıl etkili olan da o zaten. 

Damıtma işlemi biraz uzun sürüyor. Uzun süre kısık ateşte durması gerekiyor tencerenin. Yılda bir sefer zararı olmaz diye düşündüm, ama keşke bir kuzinem olsaydı, o zaman çok daha eğlenceli olurdu sanırım.

"Gül ile meşgul olan, gül kokar." Mevlâna

Sağdaki uzun şişede gülsuyunun haşlama suyu, soldaki kısa şişede ise damıtma yoluyla elde edilen gülsuyu var.


Artık kendi lavanta yağımızı da üretiyoruz..









10 Mayıs 2014 Cumartesi

Çocukla Birlikte Yapılabilecek Kurabiye Tarifi - Tarçınlı Kurabiye


Kurabiyenin içinde şeker olduğundan 1 yaşından sonra ve hatta olabildiğince geç bir yaşta şeker yemeye başladıktan sonra hem el göz koordinasyonu, hem matematik dersi için ölçü becerileri, hem çocukla birlikte eğlenceli zaman geçirmek, hem de çocuğun "Ben yaptım" diye sunabileceği bir şey ortaya çıkarıp özgüvenini geliştirmesi ve sevdiklerine hediye götürerek paylaşmayı öğrenmesi açısından bu pratik ve un kurabiyesi tatındaki lezzetli kurabiyeyi öneriyorum.

İçindekiler: (Her zamanki gibi göz kararı yapıtım ben ama havalı olsun diye ölçülü yazıyorum)
  • Tereyağı ................... 100 gr (50 gr tereyağı, 50 gr zeytinyağı da olabilir)
  • Şeker ........................ 1/2 su bardağı
  • Yumurta .................... 1 adet
  • Tarçın ........................ 1 tatlı kaşığı
  • Vanilya ...................... 1/2 tatlı kaşığı (Ben evde yaptığımız sıvı vanilyadan kullandım ama 1/2 paket toz vanilya özütü de olabilir)
  • Karbonat ................... 1 çay kaşığı (Paket kullanıyorsanız 1/2 paket kabartma tozu adı altında karbonat da olabilir)
  • Un ........................... 2 su bardağı (Ben sarı un kullanıyorum. Hamur oyun hamuru kıvamına gelip, elinize yapışmayacak hal alıncaya kadar un ekleyebilirsiniz)

Üstüne serpmek için:
  • Pudra şekeri ............... 1 tatlı kaşığı
  • Tarçın ......................... 1 çay kaşığı

Tarif:
  • Şeker ve yumurtayı iyice karıştırın. Tereyağını ekleyip eriyinceye kadar karıştırın.
  • Tarçını ve vanilyayı ekleyin.
  • Unu eleyip içine kabartma tozu ekleyerek karıştırın.
  • Sıvı karışımın içine unu yavaş yavaş, yedire yedire ekleyin.
  • Hamuru açıp istediğiniz şekilde kurabiyeler yapın. Biz, kızımın hamur kalıplarını kullandık.
Kontes'in eli değince daha "leziz" oluyormuş kurabiyeler :)

  • Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 20-25 dk pişirin.
Kurabiyelerimiz çiğken

  • Kurabiyeler sıcakken tarçın ve pudra şekeri karışımına bulayın.
Piştikten sonra, dumanı üstünde


Afiyet olsun!

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Ev Yapımı Müsli (Granola) (Kahvaltılık-Atıştırmalık)




Kızım bir ara müsli sevdalısı olmuştu. Ben de evde yulaf ve kurumeyve/kuruyemiş karışımı hazırlıyordum. Çiğ yemeyi sevdiğinden pişirmem de gerekmiyordu, halimizden memnunduk. Hanımefendi ondan da sıkıldı tabii, büyüdükçe damak tadı değişti. Mısır gevreğini fark etti kreşte, evde de tatlı talep etmeye başladı. E, onu da yaparım o zaman dedim, kolları sıvadım. İşte değişime uygun tarifi ve yapılışı:



Malzemeler (her Türkiyeli gibi "göz kararı" kullandım ama yazarken havalı olsun diye bardak, kaşık ölçü vereceğim):


  • 2 su bardağı yulaf
  • 1/2 su bardağı kuru üzüm
  • 1/2 su bardağı kuru dut
  • 1 su bardağı havanda dövülmüş fındık
  • 1/2 su bardağı susam
  • 2 çorba kaşığı bal
  • 2 çorba kaşığı tereyağı
  • 1 çorba kaşığı zeytinyağı
  • 1 tutam tuz
Malzemeleri keyfinize göre şekillendirebilirsiniz. İçine şunları katabilirsiniz:
  1. Kurumeyve: Küçük parçalara bölünmüş kuru kayısı, kuru incir vs
  2. Kuruyemiş: Badem, ceviz, pekan fıstığı, ayçekirdeği, antep fıstığı, keten tohumu  vs. Hepsini birden soğan doğradığınız rondoya atıp küçük parçalar elde edebilirsiniz. Ya da benim gibi iri parçalar seviyorsanız ve kuruyemişin yağı da dışarı çıksın istiyorsanız havanda dövebilirsiniz. Ben hepsini çiğden seviyorum ama siz çiğ sevmiyorsanız, önceden bir tavada kavurabilirsiniz.
  3. Taze meyve:Rendelenmiş veya küçük parçalara bölünmüş mevsim meyveleri, ezilmiş muz vs. Ya da taze meyveyi sütle birlikte ekleyip de fırınlamadan da tüketebilirsiniz.
  4. Tatlandırıcılar: Bal, pekmez, tarçın, vanilya, damla çikolata, muskat (hindistancevizi) vs (zencefil de değişik bir aroma katabilir seviyorsanız), 1 tatlı kaşığı kakao, 1/4 bardak elma suyu
  5. Yağ: Tereyağı yerine 1/2 bardak zeytinyağı kullanabilirsiniz. Ya da 1 bardak hindistancevizi yağı kullanabilirsiniz.
Yapılışı:
  • Fırını 180 dereceye ısıtın.
  • Tüm malzemeleri iyice karıştırın. Katı yağ kullanmışsanız, elinizle yoğura yoğura yağın eriyip tüm malzemelere nüfuz etmesini sağlayın. Aynı şekilde bal da her yere eşit dağılıp yapışmalı.
Pişirmeden önce

  • Yağlanmış veya yağlı kağıt serilmiş tepsiye tüm malzemeyi olabildiğince eşit kalınlıkta yayın.
  • 10 dakika, üzeri pembeleşinceye kadar fırınlayın. Eğer taze meyve eklediyseniz, biraz sulanabilir, bu nedenle biraz daha uzun süre, belki 1 saate yakın fırınlamanız gerekebilir. Fırından çıkardıktan sonra soğuduğunda tereyağının tekrar katılaşacağını, yani soğuduktan sonra, fırından çıktığından daha sert olacağını da hesaba katın.
Pişirdikten sonra

  • Soğuttuktan sonra sütle veya yoğurtla karıştırarak yiyebilirsiniz. Aslında tek başına da gayet güzel yeniyor, herhangi bir tatlı yerine atıştırmalık olarak da yanınızda bulundurabilirsiniz.
Kontes elleriyle kahvaltı kasesine ufalarken

  • Cam bir kapta, buzdolabında saklayın.

Afiyet olsun!

https://www.sadeaile.com

24 Mart 2014 Pazartesi

Fırında Tarçın Burguları Nasıl Yapılır?



Elimden geldiğince paketli ürün almıyorum. Ama elbette evde çocuk var ve şekerli bir şeyler yemek istiyor. Bu konuda da pek becerim olmadığından, bulabildiğim en basit tarifleri yapmaya çalışıyorum. Bu ruloları hazırlaması çok kolay. Hamurunda 2 adet yumurta var, yumurta yemeyen çocuklara yumurta yedirmenin bir başka yolu olarak da kullanılabilir. Ayrıca galeta gibi yanıma alıp, kızım dışarıda bakkaldan filan bir şeyler istediğinde hemen çantamdan çıkarıp ikram da edebiliyorum.
 
Hamuru için:
(Not: Mayalı hamurun başarılı bir şekilde kabarabilmesi için istisnasız tüm malzemelerin oda sıcaklığında olması gerekiyor.)
  • 1 yemek kaşığı aktif kuru maya (1 paket yaş maya)
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1/3 su bardağı toz şeker
  • 1/2 su bardağı tereyağı
  • 4 su bardağı un (uygun kıvam bulunana kadar arttırılabilir)
  • 2 yumurta
  • 1 çay kaşığı tuz
 
Üstü için:
(Not: Malzemelerin hepsi damak tadınıza ve ortaya çıkan hamurun miktarına uygun olarak arttırılabilir.)
  1. 1/2 bardak kahverengi şeker (Beyaz toz şeker de olabilir ama kahverengi şeker, tarçınla daha şık duruyor. Glisemik indeksi daha düşük bir tatlı istiyorsanız aynı ölçüde hindistancevizi şekeri de kullanabilirsiniz.)
  2. 1/4 bardak erimiş tereyağı
  3. 2 çay kaşığı tarçın
 
 
Hazırlanışı:
  1. Malzemeleri karıştırıp 15 dakika kadar yoğurun ve 1 saat kadar dinlendirin. Bu sırada hamur kabaracaktır.
  2. Fırını 190 derecede ısıtın.
  3. Hamuru dikdörtgen olacak şekilde açın. Uzunlamasına, erişte hamuru kesiyormuş gibi kesin.
  4. Her şeridi önce tereyağına batırın.
  5. Sonra her bir şeridi tamamen şeker ve tarçın karışımına bulayın.
  6. Şeritleri iki ucundan tutup aksi yönlere doğru her iki tarafından çevirmek suretiyle burun.
  7. Burguları fırın tepsisine yerleştirin. 10 dakikada tepside bekletmek suretiyle tepsi mayası yapın.

  8. 190 derece ısınmış fırında 15-20 dakika pişirin. Pişirme süresi burguların kalınlığına göre değişecektir. Üzerlerindeki tarçın kahverengi olunca pişmiş demektir.
 
Burguları ince yaparsanız tarçın tadını daha yoğun alıyorsunuz. Kalın burgular ise daha çok kurabiyeye benziyor.