27 Mayıs 2011 Cuma

Bebekle denizde nasıl yüzülür?


Kızım denize ilk defa 9 aylıkken, Mayıs ayının sonunda girdi ve deniz suyu henüz ısınmamıştı. Deniz suyunun soğuk olacağını ve 9 aylık bebeğimin çekinip girmek istemeyeceğini ya da soğuk sudan rahatsız olabileceğini düşünerek yukarıda görülen deniz kıyafetini almıştım. 

Konfidence marka, Baby Warma deniz kıyafeti.  Balık adam kıyafeti gibi bir kumaştan yapılmış, su geçirmiyor ve dolayısıyla bebek suyun soğukluğunu hissetmiyor. Ayrıca bebeğin omuzlarını da kapattığından, yüzerken omuzları dışarıda kalan bebeğin omuzlarının güneşten yanmasını da önlüyor.Kıyafet bebeğin sadece gövde kısmını koruduğundan, bebeğin bacakları ve kolları suyla temas ediyor ve bebeğin denizi hissetmesini de engellemiyor.

Mayıs ayında kızım denizde rahatlıkla yüzünce, Haziran ayında gittiğimiz Çanakkale ve Bozcada gezimizde de aynı kıyafeti giydirdim. Özellikle Bozcaada'nın Ayazma Plajı, soğuk suyuyla ünlüdür. Kızım ne denize girerken bir sıkıntı yaşadı, ne de buz gibi suda yüzdüğü için hastalandı. 

Ürün Türkiye'de bulunmuyor. Ben e-bay üzerinden satın almıştım. Satın alırken kıyafet ölçülerine dikkat edin, çünkü ay aralığına göre aldığınız kıyafet bebeğe küçük ya da büyük gelebilir. Küçük gelirse bebek rahatsız olup giymek istemez, büyük gelirse içine su alır ve kıyafetin bir anlamı kalmaz.


Denize girerken kızımı bezsiz soktum. Ama deniz kenarında oynarken ve havuza girerken Huggies Little Swimmers Mayo Bebek Bezi kullandım. Yıkanabilir bebek bezlerinden de almıştım ama hem sızdırma yapar da rezil olurum korkusuyla hem de su alıp şiştiği için kullanmadım. Huggies Mayo Bebek Bezi alanında tek olduğu için ismini yazmakta sakınca görmüyorum. Türkiye'de başka mayo bebek bezi yok. Bez, büyük marketlerin hepsinde satılıyor.

2 hafta kullandım, kızım henüz 9-10 aylıktı. Hiçbir şekilde sızdırma yapmadı. Ayrıca diğer bebek bezleri, dış taraftan gelen suyu da emiyor. Oysa Huggies bezin dışından gelen suyu emmediğinden diğer bebek bezleri gibi şişip ağırlık yapmıyor. Ayrıca külot gibi giydirildiğinden, giydirip çıkarması da çok rahat. Bebeği yatırmaya çalışmanız bile gerekmiyor, ayaktayken de kucaktayken de giydirip çıkartabiliyorsunuz.

Her suya girip çıkışında bezi değiştireceğinizi ve normal bezleri sadece bebeğiniz uyurken kullanacağınızı göz önünde bulundurarak, normal bezden daha fazla sayıda mayo bebek bezini yanınızda bulundurmanızı öneririm.


Denizde yüzerken kızımızı kucağımıza aldık, dalgalardan çekindiğimiz için. Ama havuzda yüzerken gölgelikli bebek simitlerinden kullandık. İki tane simidimiz vardı. Bir tanesi yukarıda gördüğünüz palmiyeli olanı. Palmiye ağacı şeklindeki gölgelik arkadan uzandığı için bebeği rahatsız etmiyor. Ama aynı zamanda çok da fazla koruma sağlamıyor. Zaten güneşin dik geldiği saatlerde yüzmediğinizden, çok da önemli değil. Simidin üzerinde, resmin sağında görülen kornayla kızım çok eğlenmişti. Yine resimde mavi olarak görünen pervane de şişme ve yerinden çıkabiliyor. Kızım onu yerinden çıkarıp çıkarıp dişlerini kaşımıştı :)


Kullandığımız bir diğer simit de buydu. Bebeği içine sokmak biraz daha zor ama güneşten tam anlamıyla koruyor. Ön taraftaki iki ayağı cırt cırtlı bantlarla yapışıyor. O ayakları sökerek güneşliği geri atıp bebeği yerleştiriyorsunuz. Ön tarafında da plastik içerisine çıngıraklı toplar yerleştirmişler. Kızım bunlarla da bir hayli oynadı.


Bebek simitlerinin özellikleri oturmalı simit olması. Bebeğin bacakları resimde görülen deliklerden geçiyor ve bebek sanki yürütece ya da hoppalaya oturuyormuş gibi simidin içine oturuyor. Böylece elinizden kayıp da suya düşmesi gibi bir ihtimal olmuyor.

Biz bu simitlerle çok rahat etmiştik. Avantajları:
  1. Kızımı sürekli kucakta tutmak zorunda olmadığımız için yorulmamış ve daha üzün süre suda kalabilmiştik.
  2. İçimizden birisi kızımla oyarken diğeri gönül rahatlığı içinde yüzmüştü. 
  3. Kızımın simidini bir elimizle çekerek de yüzebiliyorduk.
  4. Kızım kendini özgür hissetmeyi seven bir bebek olduğundan simidin içinde çok eğlenmişti.
Ama bir arkadaşımıza ödünç verdiğimizde, onlar bebekleri için kullanamadıklarını söylediler. Dezavantajları:
  1. Bebeğiniz kucak seven bir bebekse, simidin içinde yalnız başına durmak istemeyecektir. Biz simidi tatile gitmeden önce alıp evde açık bırakmıştık. Hatta kızımı içine oturtup uçuruyormuş gibi yapmıştık. Yani kızım simidi tanımış ve benimsemişti. Belki de bu nedenle kızım havuzda simit içinde kendini güvende hissetmişti; bilemiyorum.
  2. Simit taşımak bir dert. Yanınızda hem kendi deniz çantanız, hem bebeğinizin yedek çantası, hem havlular, hem bebek puseti, hem de şişmiş bir simit olduğunu düşünürseniz; zorluğun nereden kaynaklandığını anlayabilirsiniz. Belki sırf bu nedenle gölgeliksiz bir bebek simidi tercih edilebilir. Ama ben taşıma işkencesine razı olarak, bu sene de yanımda götüreceğim simitleri.


Bebek için yüzme havuzu da bir başka seçenek. Özellikle denizde yüzmeyi seviyorsanız, bir minik havuz, bebeğinizin plajda yanınızda mızıldanmadan kalma süresini uzatacaktır :) Özellikle içini deniz suyu ile doldurursanız, deniz suyu soğuk bile olsa minik havuzun içindeki su hemen ısınacaktır ve bebeğiniz sıcak deniz suyunun keyfini yaşıyacaktır. Ama bunun da şişirilmesi ve şişik vaziyette taşınması bir dert. Ben elimde plaja indirmeye utanmıştım mesela :) Ama bu sene kesin götüreceğim. Çünkü kızımın uyku miktarı azaldığından, daha uzun süreleri kumsalda geçirmeye niyetliyim.

Peapod Travel Tent
Ben bir de Kidco marka bebek çadırımızı yanımızda götürmüştüm. Bu da işimize çok yaradı ama elzem değil, tabii ki. Bu çadırın özelliği su geçirmemesi ve UHV filtreli olması. Güneşin dik geldiği zamanlarda, eğer kızım uyanıksa kızımı içine oturtuyordum. Aslında içinde uyuması da mümkün ama benim sıkıntılı kızım dar yerlerde uyuyamıyor ne yazık ki :) Bu çadırdan da sanırım Türkiye'de yok. Ben e-bay'den satın almıştım.

Son olarak eklemek istediklerim:
  1. Bebeğinizin bu ilk defa tuzlu suyla karşılaşmasında rahat etmesini istiyorsanız denize (ve hatta havuza) elinizde küçük bir şişe temiz su ile girmenizi tavsiye ediyorum. Bebeğinizin gözleri yanarsa ya da teni gerilirse ya da kafası kurursa, hemen bu temiz su yardımı ile ilgili bölgeyi temizleyebiliyor, nemlendirebiliyorsunuz.
  2. Özel UHV filtreli güneş kıyafetleri var. Ben bu sene için aldım ama henüz kullanmadım. Geçen sene ise bebeğim küçüktü, kumsalda çok kısa zamanlar oynuyordu, UHV filtreli bebek çadırı vardı ve güneşin dik geldiği saatlerde uyuyordu. Bu nedenle kızımı kumsalda, gölgede, normal kıyafetleriyle bıraktım. Uzunca bir tişört işimizi görmüştü.
  3. Bu kadar çok eşya gereksiz gibi görünebilir. Ama ben "Kızımla çok eğlenceli ve dinlendirici bir tatil geçirdim" diyebiliyorsam, kızım kendini rahat ve huzurlu hissettiği içindir. Bütün bu eşyalar da bu amaca hizmet ettiler. Bu sene tatile yine bizimle gelecekler :)
Son not: Aklına farklı bir şeyler gelen varsa, ekleme yaparsa sevinirim.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Bebekle butik otelde yaz tatili yapılır mı? Çanakkale (Assos-Kadırga Koyu) - Bozcaada

Çardak
Bir önceki yazımda anlattığım 5 yıldızlı otel tatilinin gazıyla tekrar yollara düştük. Bu sefer kızım 10 aylık, emeklemeyi tamamen sökmüş ve yürüme çabaları içinde, biz arabayla yola çıkıp nerede akşam orada sabah yapmaya niyetliyiz :)

Arabayla erken yola çıkıyoruz; kahvaltımızı da yol üstünde bir yerlerde ediyoruz. Amaç; sık sık mola vererek, sıkıntısız bir yolculuk geçirmek. Feribotla Çardak Limanı'na geçiyoruz. Hem kahvaltı yerinde, hem de feribotta kızım gönlünce hareket edip eğleniyor. Bu arada Çardak bir tatil kasabası; sahil bölümünde bungalov kiralayıp tatil geçirmek mümkün. Son derece lezzetli çörekler yapan pastahaneleri var. Eğer vaktiniz varsa sahilinde gezmenizi tavsiye ederim. Yukarıda gördüğünüz resim ise Çardak'a bağlı bir yarım ada. Yarım adanın ortasında ise bir gölet var. Göletin etrafında çok lezzetli deniz börülceleri var. Fakat ne yazık ki (ya da kendi adıma ne mutlu ki) yerel halk deniz börülcesini tanımıyor. Dolayısıyla istediğiniz kadar deniz börülcesi toplamanız mümkün. Bir akşam yemeğinde 6 kişiyi sırf deniz börülcesi ile doyurmuşluğum vardır :) Neyse, konuyu dağıtmayayım:

Feribot sonrası kızım yorgunluktan araba koltuğunda uyuyakalırken, biz de hedefimize doğru ilerliyoruz: Kadırga Koyu, Assos Park Otel. Çanakkale'nin ilçesi olan Ayvacık'ın sahil kesimi... Normal koşullarda yolculuk 6 saat sürüyor. Ama biz kahvaltı, kızımı eğlendirme filan derken biraz oyalanıyoruz.

Buranın esas yerleşim yeri sahil kesiminde değil, Kadırga Koyu'ndan 5 km uzakta ve tepede: Behramkale Köyü. Assos'un bir de limanı var: Assos Limanı. Tepeden aşağıya, bir tarafı uçurum olan bir yoldan iniliyor. Liman bölgesinde eski taş binalar, bugün restoran ve otel olarak hizmet veriyor. Bu otellere ait güneşlenme iskeleleri ve minik plajlar da var ama liman çevresi denize girmek için pek de uygun değil.

Kadırga Koyu ise Assos'a 2 km uzaklıkta, Çanakkale'nin ilk ve tek mavi bayraklı koyu. Malum bebeğimiz henüz küçük ve biz mavi bayrak olmayan yerden denize girmiyoruz. Kadırga Koyu'nun denizi berrak ve akvaryum gibi; kumsalı ise çakıllı, uzun ve geniş. Koyun çevresinde pek çok tesis var. Hatta deniz suyu havuzları olan bile varmış. Ama biz, herhangi bir sürprizle karşılaşmamak için, daha önce de iki defa kaldığımız, fiyatı uygun ve temiz bir otel olan Assos Park Otel'i tercih ediyoruz.

Kızım yeni yerler ve insanlar görünce çok heyecanlanıyor.
Bu resimde de konuşarak derdini anlatma çabasında :)

Otelin odaları küçük ama biz zaten 1 gece kalacağız ve odada fazla zaman geçirmeyi planlamıyoruz. Kızım için tahta bir bebek yatağı getiriliyor odaya. İki tane tek kişilik yatak ve minik bir banyosu var. Oda, otelin girişindeki otopark olarak kullanılan geniş bahçeye bakıyor. Odamızdan arabamızı görebiliyoruz ve uyanan kızımı, balkondan babasına postalayabiliyorum. Daha ne isterim :) Çanakkale'nin suyu soğuk olduğundan, kızımı soğuktan koruyucu özel giysisi (wet suit) ile denize sokuyorum. Geçen aydan alışmış olduğu için denizi yadırgamıyor. Henüz okullar kapanmadığı için otel sakin ve dolayısıyla havuzda da kimsecikler yok. Bu nedenle havuza da giriyoruz. Bu bölgedeki otellerin akşam yemeği sistemi sanırım hep aynı: Çorba, zeytinyağlılar, mezeler, çeşitli salatalar ve ana yemek olarak balık ve et. Bizim aşçımız da servis masasının başında durup konuklarının memnuniyetini gözlemliyordu. Şimdiye kadar orada yediğimiz yemeklerden hep memnun kaldık, kendisine iletmek isterim :)

O gün denize ve havuza girdik, uyuduk, yemeğimizi yedikten sonra da sahil yolunda turladık. Bir restoranda Roman çalgıcılar çalıyorlardı, biz de onlara ayak uydurup sahilde biraz göbek attık :)

Ertesi sabah Behram Kale Köyü'ne gittik. Manzara seyrettik, Antik Kent'i ziyaret ettik ve yemek yedik. Köyde pek çok taş bina, pansiyon ve restoran olarak hizmet veriyor. Her gittiğimizde uğradığımız bir yer var ama büyükçe bir yer olmadığından adına hiç dikkat etmemişim. Kızıma oradaki gıdaları da gönül rahatlığı ile yedirdim. Zaten emziriyordum ve dolayısıyla kızıma özel olarak yemek hazırlamadım gezi boyunca. Yemeğimizi yedikten sonra alışverişimizi yaptık: Zeytinyağı sabunu ve kekik, özellikle de limon kekiği. Almadan dönmeyin, pişman olursunuz. Hem harika hediyelik oluyor. Zeytinyağı sabunlarımız yeni bitti, almak lazım yine (gezesim geldi galiba) :) Alışverişimizi yapıp bir de Liman'a indik. Meşhur "waffel"inden ve dondurmasından yedik.

Köy, bir yandan Ege Denizi'ni (Midilli Adası'nı)
diğer yandan Kaz Dağları'nı görüyor.

Kontesim ilk defa kabak çiçeği dolması yiyor ve beğeniyor :)
Ayrıca kırmızı yemenimi, kızımı tahta sandalyeye sabitlemek için kullanıyorum.
Portatif mama sandalyesine ne gerek var ama değil mi? :)
Kızım arabada uyurken, 20 km yol katedip Gülpınar Beldesi'ndeki Apollon Simintheus Tapınağı'na gidiyoruz. Tarih aşkımı seveyim! Ama, o da nesi? Tapınak tamamen güneş altında. Kızımı o güneşte dolaştıramayacağım. Biz dışarıdan bakmakla yetinip, babayı bizim yerimize dolaşması için içeri yolluyoruz. Biz de oturup yayık ayranı içiyoruz ve sürprizzzzz, kızım ilk defa kurbağa görüyor. Hayvan zıplayınca, biraz telaşlanıyor :)

Sonra ver elini Babakale Köyü; Türkiye'nin en batı ucundayız. Babakale Kalesi'ne çıkıp etrafı dolaşıyoruz. Kızım Çanakkale'nin rüzgarıyla coştukça coşuyor :)


Gülpınar, Babakale diye ilerleyerek gittiğimiz yol aslında Assos - Bozcada Sahil Yolu. Yol üzerinde daha gezilecek pek çok yer var ama biz 10 aylık bir bebekle birlikteyiz. Bu nedenle, "Bu kadar yeter." deyip; Odun İskelesi'nden Bozcaada Yükyeri İskelesi'ne geçiyoruz.


Adada Aral Tatil Çiftliği'nde kalıyoruz. Kızım için bir portatif yatak getiriyorlar.  Kızım için getirdikleri yatak örtüleri ve yastık (kullanmasa da)  o kadar güzel işlenmişti ki keşke fotoğrafını çekseydim. Odada çift kişilik bir yatak ve Assos'ta kaldığımız otelden daha geniş bir banyosu var. Çiftlik odaları yan yana sıralanmış ve her birinin girişi ayrı, ayrı birer verandası var. Otel yeşillikler içinde. Zaten adı üzerinde, bir çiftlik burası. Kızım çeşitli hayvanları görüyor, çimenlerde yuvarlanıyor, kapımızın önündeki dikili bahçeyi inceliyor. Kızım biraz daha büyük olsaydı burası çok hoşumuza gidebilirdi. Hafta sonu kafa dinlemek için de ideal. Ama bizim gibi bebekli, erken uyuyan ve denizde vakit geçirmek isteyen bir aile için biraz pahalı geldi. Ama kızım, tazecik organik çiftlik ürünleri ile harika bir kahvaltı yapınca verdiğimiz ücret gözümüze fazla gelmiyor.


Ertesi günü deniz kenarında Ayazma Plajı'nda geçiriyoruz. Kızım ara öğünlerini Ada'nın taze meyveleri ile geçiştiriyor. Deniz soğuk ama kızım özel deniz kıyafeti içerisinde gayet mutlu. Üstelik geçen tatil ileri doğru emeklemeyi söken kızım, bu tatil de elimizden tutarak (daha doğrusu abanarak) yürümeye başlıyor. Tüm gün kumsalda, kumlar üzerinde yaptığı yürüme alıştırmaları, güneşlenen diğer insanlar tarafından tezahüratla karşılanıyor :) 


Sonra Ada'yı dolaşıyoruz ve kendimize yemek yiyecek bir yer buluyoruz. Otelimize dönüp süsleniyoruz ve akşam yemeğine çıkıyoruz.


Akşam yemeği için süslenmiş minik Kontes

Üstüne Ada'yı dolaşmaya devam ediyor ve bir de tatlımızı yiyoruz. Sonra odamıza dönüyoruz ve kızım günün yorgunluğundan bayılıp kalıyor. Gene aşırı yorgunluktan ve farklı bir yerde yatmaktan dolayı, gece sık sık uyanıyor ve emerek uyuyor. Ama olsun, ben çok dinlenmiş, eğlenmiş ve sabırla dolmuş bir anneyim artık :)

Gelincik şerbetli, damla sakızlı muhallebi

Ertesi gün Ada'da son yemeğimizi yeyip evimizin yolunu tutuyoruz. Ama Ada bize son bir sürpriz daha yapıyor. Yemeğimizi yerken, gelincik şerbeti içtiğimizi gören National Geographic Dergisi muhabirleri, gelincik şerbeti ile ilgili yazacakları yazı için fotoğrafımızı çekip çekemeyeceklerini soruyorlar. Böylece kızım, bir de profesyonel çekime şahit oluyor :)

Gelincik şerbeti, kabak çiçeği dolması, enginar,
bilmem ne otlu börek ve kalamar mücveri...

E, bu kadar yemeği yemişim, kalori yakmam lazım Kızım yardımcı oluyor sağ olsun: Eve dönüş yolunda feribotu defalarca kere tavaf ediyoruz, kızım yürüme antrenmanları yapıyor.

Sonuç: Kızım geçen tatilde emeklemeyi, bu tatilde de yürümeyi öğreniyor. Algısı gelişiyor. Bizimle olan bağı artıyor. Uyumlu ve söz dinleyen bir çocuk haline geliyor. Biz ailece bir ekip olmayı öğreniyoruz. Çocukla yapılan tatil herkes için bir maceradır ve çoookkkk eğlencelidir.

22 Mayıs 2011 Pazar

Bebekle yaz tatili yapılır mı? Amara Dolce Vita


Geçen sene kızımla ilk 5 yıldızlı tatilimizi yaptık. Kızım 9 aylıktı ve biz Tekirova'da Amara Dolce Vita'daydık.

Kontesim uçak yolculuğunu uyuyarak geçirdi.
Uçak yolculuğumuzu burada anlatmıştım. Ama hatırlatmak isterim ki uçaktan otele uzun bir mesafe var; dolayısıyla 40-50 dakikalık bir araba yolculuğuna hazırlıklı olun ve yanınıza her zamanki yedek çantanızı almayı unutmayın (yedek kıyafet, bebek bezi, atıştırmalıklar vs).

Amara Dolce Vita, çocuklu aileler için mükemmel bir otel. Nedenlerini kısa kısa anlatmaya çalışayım:

Bebeğimizle geleceğimizi otele önceden bildirmiştik. Bu nedenle odamızda bir çocuk yatağı hazırlanmıştı. Kızımın hassas bir cildi olduğundan, alerji riskine karşı yanımda 2 adet çarşaf da getirmiştim. Kullanmama gerek kalmadı, kızımda bu konuda herhangi bir rahatsızlık olmadı. Boşuna taşımışım yanımda o iki çarşafı... Ayrıca oda çok büyük ve yerler halı kaplı. Çocuk odanın içerisinde rahat rahat hareket edebiliyor, emekleyebiliyor. Oda o kadar büyük ki, bizim odamızda iki kişilik yatak, bebek yatağı, bir büfe, bir tuvalet aynası, kızımın portatif hamağı, bir koltuk, bir puf ve bir de tek kolçaklı okuma koltuğu vardı...

Sol tarafta kızımın hamağının ucu görünüyor.

Odada bir su ısıtıcısı var, isterseniz odanızda mama hazırlayabilir ya da bebeğiniz uyurken kendinize bir çay keyfi çekebilirsiniz. Her gün odaya çay, bitki çayı, kahve, fındık fıstık, çikolata koyuyorlar. Ayrıca su bardağı, çay bardağı ve kahve fincanı da var. Odada ayrıca çok büyük bir gömme dolap var. Çocuklu ailenin tüm dağınıklığını alabiliyor. Kapısını kapatıyorsun ve derli toplu bir odada uyuyabiliyorsun. Odanın kapısına her sabah bir gazete bırakıyorlar. Odanın ayrıca çok geniş bir balkonu da var. Gazete ile balkon arasında ne gibi bir bağlantı var diye düşünüyorsanız: Kızımın gündüz uykularını, balkonda güneşlenip gazete okuyarak geçirmiştim :) Odanın banyosu da ayrıca çok geniş. Banyoda hem küvet hem de duşakabin var. Dolayısıyla eşiniz bebeğinizle küvette oynarken, siz de rahat rahat duşunuzu alabiliyorsunuz. Yoksa eşlerden biri diğerinin duş almasını ıslak ya da tuzdan/güneş kreminden yapış yapış olmuş bir vaziyette beklemek zorunda kalıyor, biliyorsunuz :) Banyoda şampuan, yumuşatıcı, duş jeli, banyo köpüğü, vücut losyonu minik şişeler içinde bulunuyordu ve oldukça kaliteliydi. Ayrıca traş, diş fırçalama, dikiş ve kadın hijyeni setleri mevcuttu ve bittikçe de yenileniyordu. Odamız deniz manzaralıydı ve yemek bölümlerinin hemen üstündeydi. Kızım uyurken, odada onunla kalan, diğerini balkondan görebiliyordu :) Ama bu avantajın haricinde diğer odalar da bizim odalar gibiymiş. Otelin ana binası dışında kalan odalar daha ucuz oluyormuş.
 Bu kadar anlatımdan sonra işte odamızdan bazı kareler:

Her sabah kahvaltıdan sonra odamızın kapısında
bu özel çantanın içerisinde gazetemizi asılı buluyorduk.
Bu küvetin karşı duvarında da bir duşakabin mevcut.

Lavabonun sağında görülen minik şişecikler içerisinde ihtiyacınız olan her türlü sıvı malzeme mevcut.

Sahili geniş ama kumlu değil, taşlık. Denizi ise tertemiz. Denizin mavi bayraklı oluşu, orayı tercih etmemizin ana sebebiydi. Kızım henüz küçük olduğundan Hepatit A aşısı olmamıştı. Dolayısıyla havuza girmemiz tavsiye edilmiyordu. Ama biz sık sık havuza girdik. Zira otelde büyük bir normal havuzun yanı sıra bir de deniz suyu  havuzu vardı, üstelik de ısıtmalıydı. Otelin kalabalık zamanı olmasın diye mayısın son haftası gitmiştik. Deniz suyu serindi ama deniz suyu ile doldurulmuş havuz, neredeyse hamam suyu sıcaklığındaydı :) Ayrıca animasyon ekibi de diğer havuzun başında olduğundan, bu havuzda sessiz sakin zamanlar geçirdik biz. İki adet açık havuzun yanı sıra bir de kapalı havuz ile genel kullanıma açık iki adet jakuzi havuzu bulunuyor. Otelin arka tarafında ise su kaydırakları (aqua park) vardı. Üstelik yetişkinler için ayrı, çocuklar içinse ayrı tasarlanmış kaydıraklar ve bu kaydırakların aktığı havuzlar vardı. Çevresinde de şezlonglar ve duş yerleri olduğundan çocuklu aileler tüm günlerini orada geçirebiliyorlardı.
Kızımın deniz suyunda yüzebilmesi için gövde kısmını ve omuzlarını kapatacak ve suyun soğukluğunu azaltacak bir tür balık adam kıyafeti giydirmiştim. Kaldığımız tarihlerde otelde kalan tek tük Türk aileden biri biz olmamıza rağmen, soğuk deniz suyuna 9 aylık bebeği sokmaya cesaret eden tek aile de biz olduk bu sayede. Kızım ilk zamanlar dalga seslerinden korktu ama sonra alıştı ve denizde çok eğlendi. Havuza ise aşağıdaki resimde de gördüğünüz şemsiyeli bebek simidi ile girdik. Böylece kızım kendi kendine takılırken biz de yüzebildik; çocuğu kucağımızda taşımak zorunda kalmadık. Kucağımızda taşıdığımız zamanlar da kurmalı ve yüzebilen havuz oyuncakları çok işimize yaradı. Biraz daha cesaretli olsak, çocuk o oyuncakları yakalamak uğruna 9 aylık yüzme öğrenebilirdi :)

Kızımın içinden hiç çıkmak istemediği deniz suyu havuzu...
Öğlen saatlerimizi kapalı havuzda ve jakuzide geçirdik.

Kontes Hanım otelin plajında uyuyor...

Otelde çok sayıda restoran var ve günün her saatinde açık bir restoran bulmak mümkün. Kızım 9 aylıktı ve ona uygun yiyecek bulamam diye buhar makinemizi yanımızda götürmüştük. Boşuna taşımışız. Otel restoranında diyet yapanlar için yemekler mevcut. Tuzsuz pilav, sebze ve et suyu, haşlama et/patates/sebze vs. Ben tüm bunları karıştırıp kızım için çorba hazırlıyordum. Ayrıca çok bol ve taze meyve de vardı. Ara menüler için yanıma meyve alıyordum, sahilde onu yediriyordum. Kapalı havuz girişinde bir de meyve suyu barı var. Ayrıca yeterli sayıda mama sandalyesi ve her sandalyede kağıt önlük mevcuttu. Otelde daha büyük çocuklar için çocuk restoranı da var. Onların boyunda açık büfe ve yemek masaları var. Bir de çocuk oyun bölümü var. Orada da küçük çocuklar için organik kavanoz maması ve ısıtmak için de mikrodalga fırın ile hazır bebek yoğurtları bulunuyor. Dolayısıyla yemek bulma sorunumuz olmadı hiç. Kendimiz için de söylemek gerekirse bugüne kadar gittiğim oteller arasında en iyi olanıydı. Hatta İstanbul'da gittiğim pek çok restorandan bile daha kaliteliydi. Oteldeki paralı restoranların hiçbirine gitmedik çünkü gerek kalmadı. Kaldığımız hafta her gün bir başka yemek konsepti uyguladılar. Mesela bir gün onlarca deniz mahsulü (ıstakoz, midye, suşi vs) vardı, ertesi gün çok çeşitli kırmızı etler (mangal, döner vs), başka bir gün İtalyan mutfağı (pizza, makarna vs) vs vs. 

Kontes Hanım kahvaltıda...
Çocuklar için bir çocuk kulüp binası yapmışlar. Masa tenisi, top havuzu, top havuzuna giden minik plastik bir kaydırak, yer minderleri, minik masa ve sandalyeler, pek çok oyun materyali mevcut. Daha büyük çocuklar için "play station" ve dvd oynatıcı da vardı. Başlarında da oyun  ablaları var ve gördüğüm kadarıyla çok ilgiliydiler. Bebekler için de bakıcılık hizmeti varmış otelin ama ücretli. Ayrıca otelde puset kiralamak da mümkün. Hatta bir ara akülü araba kiralama yeri bile gördüm sanırım :) Bizim en çok vakit geçirdiğimiz yer ise otelin çocuk parkıydı. Oldukça büyük bir çocuk parkı yapmışlar. Üstelik de üstünü tente ile kapatmışlar ki böylece öğle saatlerinde de orada oynamak mümkün olabiliyor böylece. Parkın tabanı tam da benim sevdiğim gibi çimenlikti. Oyun parkının hemen bitişiğinde daha büyük çocuklar için iplerle yukarı doğru zıplanabilen, tramplen gibi bir de alet vardı. Ayrıca oyun parkının hemen arkasında disko alanı vardı ki akşam yemeklerinden sonra "mini disko" yapılıyordu. Çocuk müzikleri eşliğinde dans eden onlarca çocuk, kızımı çok neşelendirmişti. Ayrıca akşamları da samba eğlencesi, plaj ateşi vs gibi çoğu otelde rastlanmayan eğlenceler yapıyorlardı. Bir de küçük çapta bir hayvanat bahçesi de vardı otelde. Otelin arka tarafına doğru geniş bir ağaçlık yürüme alanı mevcut. Bu alanda atlar, tavşanlar vs vardı.
İlk defa top havuzuna giren Kontesim.

Sağa sola tırmanıp, kendisinden çok eğlenen babasını seyreden kızım :)
Kızımın odak noktası aylardır değişmedi :)
Kızım ileri doğru emeklemeye bu tatilimizde başladı. İlk defa tavşan gördü; ilk defa muz ağacı üzerindeki muzları gördü (ben de ilk defa gördüm doğrusu) :) Biz geçen seneki tatilimizde maaile çok eğlenmiştik. 

Kontes ileri doğru gitmeye çalışıyor.


Sonuç: Çocuklar tatilde çok eğlendikleri gibi çok da gelişiyorlar. Bulundukları ortamdan çıkmak, farklı yerler ve farklı kişiler görmek, hem bedenen ve hem de zihnen onları çok geliştiriyor. Bu nedenle tatile çocuklarını bırakarak çıkmayı planlayan ailelere bir daha düşünmelerini tavsiye ediyorum. Uygun bir otel seçer ve eşler arasında iş bölümü yaparsanız, çocukla tatil çok eğlenceli ve de çok dinlendirici olabiliyor. Ne de olsa bundan sonra yıllar boyunca çocuklarımızla gideceğiz tatile, değil mi ama? :)

17 Mayıs 2011 Salı

Hatalı ebeveynlik nasıl olur?


Kızımı büyütürken yaptığım pek çok hata var. Kızımın henüz 20 aylık olduğunu göz önüne aldığımızda daha pek çok hata da yapacağım aşikar :) 
Yaptığım hatalardan bazı örnekler verecek olursam:
  1. İlk hatam doğumda oldu: Sezaryanı kabul ettim.
  2. İkinci hatam: Kızımın kafasının arkasının düzleşmesine seyirci kaldım. "Flat head syndrome" oluşabileceğini geç fark ettim. Kafasının düzleşmesini önleyecek yastıkları "kullanır mı, kullanmaz mı" diye ikilemde kalarak almadım.
  3. Kızım bir yere çarptığında ya da düştüğünde "Döverim ben şimdi burayı" diyerek egosunu rahatlatma yöntemini seçtim. 
Gel gelelim "bu hataları şimdiki aklım olsaydı yapmazdım" da diyemiyorum. İkinci çocuğumda da hamilelik haleti ruhiyesi içinde sezaryanı kabul edebilirim; çocuk rahat uyusun diye yastıklı uyumaya zorlamayabilirim; her çocuğun yeteneği ve gelişimi farklıdır deyip, mutlu olduğu gibi yapsın, isterse emeklemesin diyebilirim; ikinci çocuğumun da göz yaşlarına dayanamayıp vurduğu yeri dövebilirim vs vs.

Ama bazı hatalar var ki, asla yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bugün doktorda sıramı beklerken bir aile geldi ve yanlarında durduğum 5 dakika içerisinde beni afaganlar bastı. Sadece 5 dakikada yaptıklarını yazıyorum:
  1. Anne çantasından bir ıslak mendil çıkarıp oğlunun ayakkabılarını silmeye başladı. Çocuk bu sırada ayaktaydı ve ortalıkta dolaşıyordu. Annesine "Bırak" dedikçe, anne çocuğu çekiştirerek zorla silme işlemini tamamladı. Çocuğu asla fiziksel anlamda zorlamamak gerektiğini düşünüyorum. Kızımın kendi vücudu ile ilgili isteklerine saygı duyuyorum. Asla o istemeden, onu ikna etmeden vücudu üzerinde tasarrufta bulunmuyorum (doktor kontrolü ve aşı gibi sağlıkla ilgili işlemler hariç). Mesela kış ortasında çıplak dolaşmak isterse, bırakıyorum. Bir süre sonra üşüyünce giyinmeye razı oluyor zaten. Yarın öbür gün kendisini fiziksel anlamda zorlayan bir başkasına, kızımın kesinlikle müsaade etmeyeceğini ümit ediyorum.
  2. Daha sonra çocuk hastanenin afişlerinden birini eline aldı, yere attı, üstüne bastı vs vs. Çocuk bu şekilde oynarken tüm aile çocuğa bağırmaya başladı. Ben de gitgide sinirlenmeye başladım tabii. Sizin için anlamsız olan bir hareket, çocuk için büyük bir anlam taşıyor olabilir. Çocuk o esnada kendince bir keşifte bulunuyor olabilir. Eğer tehlikeli bir şey yapmıyorsa ve başkalarını rahatsız etmiyorsa, çocuğun yaptığı hareketleri engellememek gerekiyor. Ben engellenince çok sinirlenirim, çocukların da engellenmişlik duygusundan hoşlanmayacaklarını sanıyorum. Ayrıca kızım belki de bu nedenle "yapma" dediğim an elindekini bırakıyor veya geri adım atıyor. Sanırım çok az "yapma" dediğim için, bu kelime çocuğum için anlamını kaybetmemiş oluyor.
  3. Çocuk anne-babasının yanından uzaklaşınca "Gitme, orada polis var", "Teyzeyi rahatsız etme, doktor amca iğne yapar" dediler. Bak, yazarken sinirleniyorum. Kardeşim, iki kişisiniz. İşbölümü yapın, çocuğun peşinde dolaşın. Uzaklaşan çocuğu korkutarak sizin etrafınızda dolaşmasını sağlamak nasıl bir mantık! Çocuğu asla polis, doktor vs ile korkutmamak gerekiyor. Korkutulan çocuğun hem özgüveninin sarsılacağını hem de dünyanın güvensiz bir yer olduğu duygusunun içine yerleşeceğini düşünüyorum. Ayrıca pragmatik açıdan bakarsak: Bir gün çocuk kaybolursa ya da ciddi bir rahatsızlık geçirirse ne olacak? Çocuk polisten ve doktordan korktuğu için bu meslek gruplarından olabildiğince uzak durmaya çalışacak... Çocuğun tüm hayatını etkileyebilecek böyle bir hata yapılır mı?
  4. Hiçbir şey yapmasına izin verilmeyen çocuk en sonunda sıkıldı ve biz yetişkinlerin de yaptığı gibi, sıkılınca kendini yemeğe vurdu. "Ben cips istiyorum" dedi, babası da "Tamam, çıkarken sana Çitos alacağım otur şimdi uslu uslu" dedi. Çocuğa rüşvet verilmez, sağlıksız yiyecekler yedirilmez. Çocuğa sağlıklı yemek alışkanlıkları kazandırmak, çocuğun hem fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından, hem de ilerideki sağlığı açısından önemlidir. Ayrıca çocuğu rüşvet gibi olumsuz davranış kalıpları ile tanıştırmamak da manevi gelişimi açısından önemlidir.
  5. Son olarak iyice çıldırdığım nokta: Amcası 4 yaşlarındaki oğlan çocuğuna "Buseeeee nasılsın?" diyor, onu bir kız çocuğuna benzeterek kızdırıyordu. Kimse de müdahale etmedi adama yahu, hatta çocuk sinirlendikçe gülüşüyordu etraftakiler... Cinsel kimliğini edinmeye çalışan bir çocuk bu şekilde yıpratılır mı? Çocuk yarın öbür gün homofobik de olur, cinsiyet ayrımcı da olur; olur da olur... Çocuk hiçbir koşulda, şaka ile dahi olsa aşağılanmamalı; hele hele başkalarının yanında asla asla küçük düşürülmemelidir. O el kadar çocuk önce kaba kuvvete başvurup adamı susturmaya çalıştı. Adam hala aynı saçma espriye devam edince duymazlığa gelmeyi denedi. Minicik çocuk, koca adamdan daha sağduyulu davrandı ama ben artık içeri doğru kaçarcasına uzaklaşırken adam hala arkamdan "Buse gibi kısa pantolon giymişsin, kız pantolonu bu. Buse misin sen?" deyip duruyordu. Bazen ciddi anlamda şiddet uygulayasım geliyor!
Sonra düşündüm: Hangi hataları yapıyor olursam olayım, özünde ben iyi bir anneyim!

Sadece iyi niyetli olmakla, çocuğu sevmekle iyi ebeveyn olunmuyor. Hem sağduyulu olmak, kendini çocuk yerine koyabilmek hem de çocuk psikolojisi ve çocuk eğitimi konusunda biraz bilgi sahibi olmak gerekiyor.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Çocuklu Bir Aile Londra'da nerelere gidebilir? II-Çocuklar İçin Etkinlikler


Bir diğer çocuklu gezi alanı Waterloo Bridge ile Westminister Bridge arasında kalan bölge olabilir. Bu bölgede gezmeye ilk olarak Parliament Meydanı'nın hemen karşısındaki dönme dolaptan başlayabilirsiniz. Bu dönme dolabın resmi adı: British Airways London Eye. Yükseklik korkunuz yoksa, dönme dolap tüm Londra'yı ayaklarınızın altına serecektir. Tam 135 metre yükseğe çıkarak etrafı seyredebilirsiniz. Dönme dolabın bir turu yarım saat sürüyor ve içerisine toplam 800 yolcu alabiliyor. Bu durumda dönme dolabın bilet kuyruğunun bir hayli uzun olduğunu söylememe gerek var mı? En iyisi bir gece önceden online bilet alın ve bu uzun kuyrukta sıra beklemekten kurtulun. Sıra yoktur ümidi ile gider de sırada beklemekten sıkılırsanız, kişi başı 30 paundu gözden çıkarıp hızlı geçiş (fast track) sırasını da kullanabilirsiniz. Böylece hem bilet alma kuyruğunda hem de dönme dolaba binme kuyruğunda ön sırayı alabilirsiniz.

135 m. yükseklikten Westminster Abby ve Big Ben
Kızım heyecanla aşağıdaki atlı karıncayı inceliyor :)
Dönme dolabın bir dolabı işte bu büyüklükte...

Dev Akvaryum'un bulunduğu binanın üstten görünüşü....

Westminster Köprüsü üzerinden London Eye manzarası.
Sağ tarafta bulunan bina ise Dev Akvaryum...

London Eye'ın hemen yanında London Sealife Aquarium bulunuyor. Orayı görmeye de fırsatımız olmadı ama İstanbul'daki akvaryumda kızımın ne kadar eğlendiğini düşününce, eğer vaktim olsaydı muhakkak gitmek isterdim.

Westminster Köprüsü üzerinden nehrin diğer yakasına geçtiğinizde ise şehrin en etkileyici yapısı olan Parlamento Binasını görebilirsiniz: Palace of Westminister (Houses of Parliament). Bizdeki TBMM binasına karşılık gelen bu bina, bizimkinin aksine tarihi bir binadır ve Gotik kuleleri bile vardır. Binanın içinde sadece Avam Kamarası ile Lordlar Kamarası halka açıkmış. Büyük çocuklar için demokrasinin ne demek olduğunu göstermek adına salı ve perşembe günleri öğleden sonraları, Başkbakan'ın soruları cevapladığı Question Time'ı izlemek çok eğitici olabilir; aklımızın bir köşesinde bulunsun.

Bir de denk getirip de göremediğim ama çocuklar için ilginç olabileceğini tahmin ettiğim Nöbet Değişimi var: Bu tören yazları her gün, kışları ise günaşırı düzenleniyormuş. 11.15'te St. James Palace'taki Eski Muhafız yerinden ayrılıp, Mall Bulvarı üzerinden yürüyerek Buckingham Saray'nın Eski Muhafızlarıyla buluşup 11.30'da gelecek olan Yeni Muhafızı bekliyormuş. Yeni Muhafız ise bandoyla birlikte Wellington Barracks'tan (St. James's Park'ın bitişiğinden, Birdcage Walk üzerinden) geliyormuş. Anahtar değişimi yarım saat sürüyormuş ve bu sırada bando da popüler müzikler çalıyormuş. İzlemesi zevkli olabilirdi...

Neyse, görmediklerimizden değil, görebildiklerimizden bahsetmeye devam edelim :)

Parlamento Binası'nın yakınlarında görülmesi gereken iki önemli yapı daha var: Westminister Abbey ve Big Ben Saat Kulesi. Her iki yapı da Londra denince akla ilk gelen yapılardır. Big Ben saat kulesinin çanı tam 13,5 ton ağırlığındadır. Bu çan her saat başında çalmaktadır. Bu saat kulesine turlarla çıkmak mümkün. Westminister Abby ise taç giyme törenlerinin düzenlendiği (bu sene Oscar alan The King's Speech filmindeki ilgili sahneyi gözünüzün önüne getirin), kraliyet mozolesine ev sahipliği yapan bir ulusal mabet. Burada ayrıca ülkenin önde gelen devlet ve bilim adamlarının, edebiyatçılarının ve müzisyenlerinin mezarları da bulunuyor. Buraya giriş ücretli ve turlar da saat 10'dan sonra başlıyor. Kızımın sıkılacağını düşündüğümüz için her iki binaya da dışarıdan bakmakla yetinip gezimize devam ettik... (Buralarda çekilmiş fotoğraflarımızı koymuyorum çünkü kapısında, bacasında çekilmiş fotoğraflar yapıların görkemini ifade etmekten çok uzak oluyor.)

Bir diğer yürüyüş güzergahı ise City of London bölgesidir. Burası Londra iş dünyasının merkezidir. Haftanın 5 günü 300.000'i aşkın çalışan bu bölgeye geliyormuş. Bu çalışan kesim ve 17.00-18.00 gibi evlerine döndüğünde geride sadece 6.000 nüfus kalıyormuş. Bu açıdan, bu bölgeyi Eminönüne benzetebiliriz sanırım. Bu benzetmeden hareketle, orta çağdan bu yana meyve, sebze ve kümes hayvanı satılan Leadenhall Market için de bir Mısır Çarşısı benzetmesi yapmak yanlış olmayacaktır :) Ne var ki, ben orayı da göremedim; oysa kızım için değişik bir mekan olabilirdi... Bu bölgeyi gezecekseniz iş çıkışı insanların pub'ları doldurduğu saatlerde oluşan neşeli kalabalığı görün derim.

Kızım için ilginç olacağını düşündüğüm halde gidemediğim ve "bir dahaki sefere" diye not ettiğim yerlerden biri de bölgedeki Londra Kulesi (giriş ücretli). Ki bence buraya Londra Kalesi demek daha uygun olacaktır. Burası da yılda iki milyondan fazla ziyaretçi ağırlayan kalabalık mekanlardan bir tanesi, dolayısıyla erken saatlerde gitmek uygun oluyormuş. Bu kalede Yeoman Warder denen 41 adet nöbetçi bulunuyormuş. Bu nöbetçiler, Tudor kostümleri giyerek ziyaretçiler için eğlenceli bilgiler verdikleri ücretsiz turlar düzenliyorlarmış. Bu kalenin bir diğer bilinen yönü ise kuzgunları...Kuzgunlar kaleyi terk ederse hem kalenin hem de İngiltere'nin çökeceğine inanıldığından bu kuzgunlar hem iyi bakılmakta hem de uçup gitmesinler diye kanat uçları kesilmekteymiş. Bu hayvancıkları görmek ister miydim, pek de emin değilim aslında... Ama kulenin üzerindeki Kule Köprüsü'ne çıkmak isterdim. Manzara kızım için de ilginç olurdu sanırım...


Küçük çocuklar için uygun olmayan ama büyük çocukların ilgisini çekecek bir başka mekan da Londra Kulesi yakınlarındaki Londra Köprüsü. Köprünün South End ayağının altındaki mahzenlerde bir korku müzesi varmış: London Dungeon (giriş ücretli). Bu müzede bal mumu heykellerle işkence sahneleri gösteriliyormuş. Kaynar suyla veya ateşle yakarak ya da asarak idam ve kollardan-bacaklardan çekerek işkence gibi eski İngiliz gelenekleri, insanlığın hangi noktalardan nerelere geldiğine ilişkin ciddi bir görerek öğrenme ve düşünme aracı olabilir.

Bir diğer ürkütücü ama eğlenceli ve "Londra'dan görmeden dönülmez" yerlerden biri Madame Tussaud's (giriş ücretli). Burada pek çok alanda ünlü olmuş kişilerin bal mumu heykelleri sergileniyor. Siz de benim gibi "Bal mumu heykel görmeye gidilir mi allasen!" diyenlerdenseniz, bir şans verin derim. O kadar gerçekçi yapmışlar ki gözlerinize inanamıyorsunuz. Kızım heykelleri ilk gördüğünde ürktü biraz :) Ama sonrasında çok eğlendi, hepsini tek tek ellemek istedi. Biz de en çok heykellerin yapılışını gösteren bölümde ve Londra taksileri biçiminde yapılmış trenlerle gezdirdikleri tünelde eğlendik. Bir de "Chamber of Horrors" dedikleri bir korku tüneli var ki, küçük çocukları sokmuyorlar. Zaten ben de korku filmlerinden filan hiç hoşlanmam, kızım olmasaydı da girmezdim sanırım :) Ama ergenlik dönemindeki gençler için oldukça eğlenceli olabilir. Madame Tussauds'a giriş ücretli ve önünde inanılmaz bir kuyruk oluyor. Bu nedenle biletlerinizi gitmeden internet üzerinden satın almanızı tavsiye ediyorum. Sonra bana hayır dua edeceksiniz :) İnternetten bilet alanları farklı bir kapıdan alıyorlar ve kuyruğu bir anda arkada bırakmış oluyorsunuz. Yalnız bilet rezervasyonu yaparken kullandığınız kredi kartınızı ve rezervasyon sonunda size verilen "ID" numarasını yanınıza almayı unutmayın. Biz ID numaramızı almayı unutmuştuk, kapıdaki görevli bir hayli yardımcı oldu, numaramızı buldu ama işte boşuna vakit kaybı. Biz ettik, siz etmeyin :) Bir de internetten bilet alırsanız kombine bilet fırsatlarını da kaçırmayın. Çok daha ekonomik oluyor. Hatta aile indiriminden bile faydalanabilirsiniz. Madame Tussauds ile birlikte London Eye ya da London Planetarium (giriş ücretli) bileti de alabilirsiniz.

Online biletimiz olduğu için bu kuyrukta beklemek zorunda olmadığımızı
henüz anlayamadığımız ve kısa süreli bir şok geçirdiğimiz an :)

Burun kıvırdığım heykellerin arasında en sevdiğim
aktrisi görünce fotoğraf çektirmeden duramayan ben :)
 Ön yargının gözü kör olsun...

Kızım çizgi film izleyecek yaşa geldiğinde
ona izlettireceğim ilk çizgi film Shrek olacak.

Müzedeki tek ünlü Türk...
Madame Tussauds'nun içinde kapalı alanda kalmaktan sıkılan bebeğinizi götürebileceğiniz, müzeye yakın en güzel mekan: Regent's Park ve parkın içindeki Avrupa'nın en eski hayvanat bahçesi London Zoo (giriş ücretli). Parkı çevreleyen binalar ziyarete açık değil ama Londra'daki şehir planlamacılığının en seçkin örneklerinden olduğu yazılıydı elimizdeki kitapçıkta. Cepheleri gerçekten göz alıcı. Özellikle Cumberland Terrace. Parkta ayrıca bir de açık hava tiyatrosu var: Open-Air Theatre. Ayrıca vaktiniz varsa parka yürüyerek değil de Little Venice'ten (Warwick Avenue metro istasyonu) tekneye binerek, Regent's Canal üzerinden gelmek de eğlenceli bir alternatif olabilir. Hayvanat bahçesi ise parkın kuzey ucunda bulunuyor. İçerisinde 8.000 hayvan barındıran bu hayvanat bahçesinin içindeki kuşhane, sürüngenler evi ve akvaryum bölümleri küçüğünüzün ilgisini bir hayli çekecektir.

Bir sonraki yazımızda da biraz alışveriş yapıp bir-iki müze gezerek gezimizi noktalarız umuyorum :)

10 Mayıs 2011 Salı

Çocuklu Bir Aile Londra'da nerelere gidebilir? I-Şehrin Merkezi


Londra müzeleri, sanat sergileri, eski ve yeni mimari eserleri, parkları, gece hayatı ve alışveriş geleneği ile çok eski ve çok dolu bir şehir. Aynen İstanbul gibi, Londra da yürüyerek dolaşılması gereken şehirlerden. Şehri dolaşırken yanımıza aldığımız Berlitz Cep Rehberi Londra kitapçığında da yazdığı gibi "Londra'da gezinirken acele etmenize gerek yoktur; çünkü şehri tamamen keşfetmeniz zaten olanaksızdır" :)

Tarihle ilgilenenlerin mutlaka görmesi gereken yerler: Tower of London, Kensington Palace, Westminister Abby ve Museum of London gibi yerlerdir. Tiyatroları için gidiyorsanız Londra'ya Leicester Square'de biletlerin yarı fiyatına satıldığı gişeden o akşamki oyun için bilet alabilir; Royal Opera House'a gidebilir; Royal Albert Hall'da klasik müzik dinleyebilir ya da Cirque du Soleil'i izleyebilirsiniz.

Tüm bunları neden yazmını girişinde yazıverdim: Çünkü biz Londra'ya kızımla gittik. Kızım henüz 19 aylıktı, öğlenleri 12.00-15.00 arasında iki-üç saatini uyku ile geçiriyordu. Kendisi bir huysuz-melek bebek karması olduğundan, gün içinde bize uyum sağlayabilmesi için öğlen uykusunu tam olarak alması gerekiyordu. Ayrıca yine huysuz bir bebek olarak loş bir odada ve temiz bir yatakta uyumak istiyor; pusette, parkta, kucakta vs uyumayı da reddediyor. Dolayısıyla, biz de Londra'ya bebeğimizle giderek baştan seçimimizi yaptık: Görmeyi gerçekten de istediğimiz pekçok yeri kızımızla gezmek zor olacağından es geçtik; normal bir turistin daha az zaman harcayacağı kimi yerlerde (örneğin parklarda) kızım mutlu olduğu için daha çok zaman harcadık ve gün içinde hıldır hıldır koşturmak yerine, sabah gezip öğlen kızımı uyutup öğleden sonra tekrar gezmek şeklinde plan yaptık. Dolayısıyla Londra'daki pekçok önemli noktayı göremedik. Sonuç olarak bu yazı Londra gezi yazısı olmayıp, sadece çocuklu ailelere yönelik bir yazıdır; bu niyetle okunması tavsiye edilmektedir :) Evet, başlıyorum:

Gezmeye Londra’nın merkezi kabul edilen Trafalgar Meydanı’ndan başlayabilirsiniz. Meydanın çevresi her daim kalabalık ve hareketli olduğundan bebeğinizin de ilgisini çekecek bir yürüyüş parkuru olacaktır. Meydanı çevreleyen South Africa House, Uganda House, Canada House gibi büyük kamu binaları var. Bu binaların en görkemlisi bir Avrupa sanat koleksiyonunun segilendiği Ulusal Galeri (giriş ücretsiz) binasıdır.

Uganda House

Canada House

South Africa House

Meydanın doğusunda ise Barok bir kilise var: St. Martin-in-the-Fields Kilisesi. Bu kilisede ücretsiz öğlen konserleri veriliyor. Kilisenin internet sayfasından, gideceğiniz döneme ilişkin konserleri ve saatlerini öğrenebilirsiniz. Çocuğunuz için ilginç bir deneyim olabilir.

Trafalgar Meydanı’ndan yazının en başında planının fotoğrafını gördüğünüz St. James’s Park’a kadar uzanan Mall Bulvarı üzerinden yürüyebilirsiniz. “En eski kraliyet parkı olan St. James’s Park, Fransa’da sürgündeyken çok beğendiği formel bahçeleri ülkesinde de yaratmak isteyen II: Charles tarafından yaptırılmıştır.”. Parkın içerisinde bir göl ve gölün üzerinde de Ördek Adası var. Bu adanın çevresinde çeşitli su kuşları ve pelikanları görmeniz mümkün. Dikkat edin lütfen; bu ada şehrin tam göbeğinde!


Manzara karşısında kızımın ağzı açık kaldı :)

Kontes kızım kekini cincaplarla paylaştı ve çok mutlu oldu.
Umarım hayvanlar bizim yüzümüzden obez olmazlar.

Türkiye'den farklı olarak Londra'da herkes
şehir içi parklarda boylu boyunca uzanıyor.
Gerçi  Berceste  kesinlikle tavsiye etmiyor ama,
biz de uzanıverdik çimenlere :)

Uzandığın yerden gördüğün manzara da muhteşem oluyor.
Eğer çocuğunuzla birlikte Londra'daysanız, Londra'nın parklarını tek tek gezmenizi tavsiye ederim. Çok fazla sayıda ve hemen her sokak arasında ciddi büyüklükte parklar var. Üstelik de düz alan... Çocuklar için bulunmaz nimet. Kızım 19 aylıktı Londra'ya gittiğimizde. Kızımı gitmeden bir gün önce parkta gören bir arkadaşının annesi kızımdaki değişime inanamadı. Kızım artık koşuyor, tepelik alanlara yürüyerek tımanıyor ve tepelerden aşağı koşarak inebiliyor. Ayrıca kızımın mikrokozmosa ilgisini çekebilmek için yapmadığım kalmamıştı, bir tatil bu işi hallediverdi; kızım artık karıncaları takip ediyor, salyangozları eline alıyor, uçuç böceklerini çimenlerin arasından buluveriyor, farklı renkli çiçekleri fark ediyor vs vs.

Sokak arasındaki, apartman sakinlerinin kendi anahtarları
ile girebildikleri özel parklardan biri
İstanbul'da her gün en az 2 saatini
sitemizin yeşillikleri arasında geçiren
Kontes kızım,
Londra parklarında
gemi azıya almış koştururken

St. James’s Parkı’na Trafalgar Meydanı tarafından girip Buckingham Sarayı’na doğru yürüyebilirsiniz. 1702 yılında Buckingham Dükü için yapılmış olan saray günümüzde Kraliçe’ye ev sahipliği yapıyor ve Saray’ın bazı bölümleri ziyarete açık (giriş ücretli). Sarayın önündeki bayrak, göndere çekilmişse Kraliçe’nin sarayda olduğunu anlayabilirsiniz. Saray’da ayrıca Kraliçe’nin sanat koleksiyonunun sergilendiği bir galeri de mevcut: Queen’s Gallery (giriş ücretli). Biz gittiğimizde Prens William’ın düğün hazırlıkları nedeniyle Saray ziyarete kapalıydı. Saray’ın çevresinde dolaşırsanız, arka tarafına çok büyük bir bahçesi olduğunu görebilirsiniz. Hatta elindeki haritadan kontrol ederseniz, bahçenin içerisinde bir de gölet olduğunu göreceksiniz. Bu Saray ve bahçesi, bizim Topkapı Sarayı ile Gülhane Parkı’na denk geliyor sanırım. Zavallı kraliyet ailesi Londra sokaklarında başıboş dolaşamayacaklarına göre, en azından içinde rahatça yürüyüp gezebilecekleri bir bahçe, lüks olarak görülmemeli sanırım. “Buckingham Palace Road’dan yukarı çıktığınızda, kraliçenin atlarının bakım gördüğü Royal Mews’e ulaşırsınız. Ahırda, kraliyet gelinlerini taşıyan Glass Coach ile taç giyme gibi önemli törenlerde kullanılan Gold State Coach’un da aralarında bulunduğu at arabalarını görebilirsiniz.”


St. James’s Parkı ile Green Park arasında ise St. James’s Sarayı’nı görebilirsiniz. Saray, 1532 yılında VIII. Henry tarafından bir avcı köşkü olarak yaptırılmış; günümüzde ise Galler Prensi’nin Londra’daki evi ve ofici olarak hizmet veriyor. Dolayısıyla bu Saray halka açık değil.

Bu sarayı geçtikten sonra Green Park’a girebilirsiniz. Green Park, adından da anlaşılabileceği gibi yemyeşil bir park ve diğer parklardan farklı olarak içerisinde –ağaçların dallarındakiler hariç- çiçek bulunmuyor. Bu parkta bol bol sincap seyredebilmeniz mümkün.


Baba-kızın romantik park gezmeleri :)
Kızım çimenlerin üzerine oturup, heyecanlı bir film izliyor:

İşte, izlediği film de bu: Cinaplar Diyarı :)