27 Aralık 2010 Pazartesi

Emzirme Reformu Sobesi


Sorular ve Benim Cevaplarım:
(1)  Türkiye'de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
               (*) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı yüzde 1,3. (Kaynak UNICEF Türkiye). 
             Çok çok düşük olduğunu tahmin ediyordum. Çünkü ülkemizde bebeği ilk 3 gün şekerli su ile beslemek bilinen bir adettir. Ayrıca anne sütü ile beslenen çocuğa su da verilir; çocuğun acıktığı bahane edilerek sevgisini besleme yolu ile gösteren büyüklerimiz tarafından bebeğin ağzına elmadır, armuttur tıkılır. Şahsen benim bile oldukça eğitimli bir ailenin içinde ve üstelik de bu devirde, çocuğumu ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslemek için çok büyük bir çaba göstermem gerekti.
(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
                Şu an 15 aylık olan kızın halen anne sütü alıyor. Gittiği yere kadar da emzirmeye niyetliyim.
(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?
                4 ay ücretli iznimi kullandım. Sonrasında da halen haftada bir kere işe gidip, diğer günler evden çalışarak idare ettim. Bir devlet üniversitesinde araştırma görevlisiyim. Devlet memuruyum. Ayrıca çalıştığım bölüm ve hocalarım bu konuda esnek davranıyorlar. Şanslıyım...
(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
               Bir önceki soruda cevapladığım gibi, süt iznimi kullanma talebinde bulunmama gerek kalmadı; zaten evde bebeğimin yanında çalışıyorum.
(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
                Eminim tam zamanlı çalışıyor olsaydım bile şu anki işimde ve şu anki konumumda herhangi bir duygusal tacize uğramazdım.
(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
               Kendi yapımdan kaynaklanan bir çekingenliğim oldu. Emzirme odalarında ve arabamda emzirmeyi tercih ettim. Ama bebeğim büyüdükçe bu işte de profesyonelleştim ve dolayısıyla rahatladım :) Mesela artık kızımla sitemizin parklarında oynarken, o isterse, açık havada rahatlıkla emzirebiliyorum.
(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
                Emzirme konusunda desteğe ihtiyacım olmadığını düşünmüştüm. Internetten videolar incelemiş, hastahanede hemşireden yardım istemiştim. Ama ilk aylarım acı doluydu. Şimdi geriye dönüp baktığımda yapmamam gereken hareketler yaptığımı veya yapmam gerekenleri yapmadığımı görüyorum. Ama kim bana, nasıl yardım edebilirdi bilemiyorum? Emzirmek de biraz araba kullanmaya benziyor: Ehliyeti aldıktan sonra bile uzun bir süre bilfiil araba kullanmadan, araba kullanmanın incelikleri öğrenilemez. Bunu öğretebilen var mıdır gerçekten? Tanışmak isterdim...
(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan "sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
               Daha hastaneden çıkmadan, hastahanenin çocuk doktoru "Mama takviyesi öneriyorum" demişti. Kulaklarımı tıkadım, iç sesime güvendim. Şu anda da "Dana oldu bu artık, yürüyen çocuk meme emer mi?" diyenlere kulaklarımı tıkıyorum. Bebeğime rakı vermiyorum sonuç olarak, değil mi? :)
(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
               Evet, biliyorum. Elbette gerekli. Devlet memurları için ücretsiz izin hakkı 2 yıla çıkacakmış, ne kadar seviniyorum anlatamam. Hele bir süreyi arttırsınlar hemen ikinci çocuğumu yapacağım :) 
               Gelecek nesillerin sağlığı açısından bebeklerin yeterli süre emzirilmeleri ve anne sıcaklığında büyümeleri gerektiğine inanıyorum. Ayrıca aklı bebeğinde kalan bir çalışanın iş veriminin düşük olacağını öngöremeyen iş verenleri de kınıyorum.
                Henüz hamile kalmaya bile niyetim olmadan önce bir gün araba kullanırken radyo dinliyordum.  Ünlü bir parakende tekstil firması yetkilisi özellikle mağaza satış ekiplerinde annelere çokça yer verdiklerinden bahsediyordu. Söylediğine göre özellikle kadınlar, anne olduktan sonra daha çok satış yapabiliyorlarmış. Bunun açıklamasını da anne olan bir kadının daha ustaca empati kurabilme yeteğinin gelişmesine bağlamıştı. Çok ilginç gelmiş o zaman bu tespit. Şu anda bu tespite kesinlikle katılıyorum. Çalışanlarını kişisel gelişim kurslarına gönderen ve bu kurslar için olmadık paralar döken şirketleri, kişisel gelişimin dibine vurulan anne-babalık zamanına saygı göstermeye davet ediyorum.
(10) Emzirme Reformu'nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli.

          Elbette destekledim, sonuna kadar yanınızdayım...

16 Aralık 2010 Perşembe

Tuvalet eğitimi ne zaman verilmeli?


Aslında başlıkta tuvalet eğitimi dedim ancak hatalı bir tabir olduğunun da farkındayım. Zira pek çok doktor ve pedagog tuvalet eğitiminin hayvanlara verildiğini, insanların ise genetik kodlarında tuvaletlerini tuvalete yapma davranışının kayıtlı olduğunu söylüyor. Dolayısıyla tuvalet eğitimi yerine "tuvalet alışkanlığı" demek daha doğru olur belki de...

Başlığı değiştiriyorum: Bebeğe tuvalet alışkanlığı ne zaman kazandırılmalıdır?

Ben Tracy Hogg takipçisiyim. Dolayısıyla kızımın 9. ayında, kızımı tuvalete oturtmaya başladım.

Doğal ebeveynlik taraftarlarının büyük bir kısmı "bezsiz bebek" akımını savunuyorlar. Yani bebeğin doğduğu andan itibaren bezsiz bırakılması ve her zaman tuvalete tutulması... Belki işe yarıyor olabilir, nitekim yabancı annelerin bloglarından takip ettiğim kadarıyla bir hayli işe yarayanlar da var. Ama bu yöntem anneyi yorar gibi geliyor bana. Şahsen ben cesaret edemedim. Zaten sezaryen ameliyatı olmuşum, kim uğraşacak 3,5 kiloluk bir bebeği günde 20 defa tuvalete tutmakla? Altını değiştirmek bile zor geliyordu dikiş ağrılarından dolayı. Ayrıca eklemek isterim ki, bu durumda bebek şartlı refleks geliştiriyor, tuvalet terbiyesi almış olmuyor. Diğer uçtakiler ise bebeğin 2 yaşına kadar asla ve asla tuvalet eğitimi ile tanıştırılmaması gerektiğini söylüyor. Bu da anneyi yoran bir yöntem bence. Çünkü kim 2 sene alt değiştirmek ister? Hele de 1 yaşından sonra resmen büyük adam gibi kaka yapıyorlarken... Ayrıca 2 yaş sendromu yaşayan bir bebeğe bir de tuvalet eğitimi vermeye kalkmak insanın sabır taşını çatlatır bence...

Sonuç olarak biz tuvalet terbiyesine 9. ay civarında başladık. O dönemde kızım tuvalete oturmanın ne demek olduğunu anlayabiliyordu. Takip ettiğim bir diğer blogcu anne de ilk kızına benim gibi 9 aylıkken tuvalet terbiyesi vermeye başlamıştı. Onlar da son derece başarılı oldular ve bezlerini sorunsuz bir şekilde çıkardılar. Biz henüz bezimizi çıkaracak seviyeye gelmedik. Çünkü kızım henüz 15 aylık ve çişini yeni yeni fark etmeye başladı. Zaten tuvalet alışkanlığı kazandırmaya küçükken başlamanın güzel tarafı da bu: Bebek henüz küçük olduğundan ve bu terbiye için önünüzde bol bol zamanınız olduğundan çocuğu sıkboğaz etmiyorsunuz, kendiniz de gerilmiyorsunuz.

Kızımın tuvalet alışkanlığı şu şekilde bir gelişim gösterdi:

  1. Kızım 6 aylıktan bu yana ben tuvaletimi yaparken, karşımdaki bumbo koltuğunda oturuyordu. Böylece tuvaleti yapmak ne demek öğrenmişti. Hatta bazen sıkılmasını engellemek için ve ileride kendisi de yapsın diye, teatral bir şekilde abartılı ıkınma numaraları yapıyordum. Ayrıca onun eline bir oyuncak verip ben de dergi karıştırıyordum. Kızım da bu durumu iyice kanıksamıştı.
  2. Kızım 9 aylıkken elleriyle kenarından tutacağı bir tuvalet adaptörü aldım. Önce adaptörle kızımı tanıştırdım. Üzerindeki şekiller çok hoşuna gitti. Eline aldı, evirdi çevirdi, ağzına soktu ısırdı. Onayını verdi :)
  3. Kızımın tuvaletini yapacağını tahmin ettiğim zamanlarda adaptörü tuvalete koyup, kızımı da üstüne oturttum ve bu sefer de ben karşısına geçip onun Bumbo koltuğuna oturdum. Yer değişikliği yaptığımız için bu durum kızımın hoşuna gitti.
  4. Henüz tam dengede duramadığı için elleriyle yanlardaki tutacaklardan tutunuyordu ilk başlarda. Ama tüm doktorların söylediği gibi ayaklarının yere değmesinin zorunlu olmadığını gördüm. Önceleri ayaklarının altına bir iskemle filan koymaya çalıştım ama sanırım beni hiç o şekilde görmediği için kendisi de istemedi ayaklarının altına bir şeyler koymayı.
  5. Elleri tutacaklarda olduğu için ben karşısındaki koltukta oturup ona hayvan resimleri gösteriyordum. A4 kağıdının yarısı boyutunda çeşitli hayvan resimleri bastırmıştım. O hayvanların seslerini çıkarıp, onlarla ilgili şarkı söylüyordum. Maksat çocuğu oyalamak. Ama aynı zamanda ciddi bir aktivite yaptığımızı kızım 1 yaşına gelip de bütün hayvan seslerini çıkarmaya başladığında fark ettim :)
  6. Kilo almaya başladıkça adaptör poposunu kesmeye başladı. Ben de artık tutacaksız ama yumuşacık, puf puf bir başka adaptör aldım. Şu anda 15 aylık ve ben ellerimi yıkarken kızım adaptörde tek başına rahatlıkla oturabiliyor.
  7. Bir de kakasına el sallatma olayı var. İlk başlarda birkaç defa yaptırdım. Sonra baktım ki sadece merak ettiği için eğilip bakıyor, el sallamayı ise garipsiyor. Zira ben hiç öyle yapmamışım kendi kakama bugüne kadar :) Ben de ısrar etmedim. El sallama faslını kaldırdık. O da hiç merak edip, kakasına bakmak istemedi. Yani "ayağı yere değmeli" dogmasından sonra "kakaya el sallanmalı" dogmasını da kabul etmemiş oldu kızım. Belki 24 ayda başlanan tuvalet eğitimi için geçerli olabilir bu iki unsur ama küçükken başlayanlar için sanırım hiç gerekli değil.
  8. Artık kızımın elleri tutacakta olmadığından ve dolayısıyla boşta kaldığından, tuvalette her ay yenilenen Mother and Baby dergisini okuyoruz. Kızım sayfaları kendisi çeviriyor, sormak istediklerinin üzerine minik tombul parmaklarını koyup "ıh-ıh" diyor. Ben de "bebek e-e yapıyormuş" ya da "bebek mama yiyormuş" diyorum. Bazen de ben soruyorum, kızım "e-e", "mama" gibi cevaplar veriyor :) Son derece eğleniyoruz yani tuvalette.
  9. Son olarak taharet musluğunu açıyorum, kızım öne eğiliyor, poposunu yıkıyorum. Bumbo koltuğumuzun üstüne bir havlu serili duruyor. Kızımı oraya oturtuyorum (Bu koltuktan kalkması mümkün değil). Bu arada elimi yıkıyorum. Kızımı alıp içeri gidiyor ve bezini bağlıyorum. Bitti! Kaka temizlemek kokudan burun direği kırılması, bebeğin bacağı- beli kirlendi gibi dertlere son!
Bu arada basit bir oturak da banyoda duruyor, olur da gerekir diye. Kızım son 2 haftadır küvetinde yıkanırken, aniden küvetten çıkmak istedi. Sonra oturağa oturup çişini yaptı ve küvetine geri girdi. Sanırım artık yavaş yavaş çişini de fark etmeye başladı. Ama benim acelem yok. Nasıl olsa 2 yaşına daha 9 ayımız var. Elbet çişini de söylemeye başlayacak, gerekli kasları yeterince gelişince. 
Ama bu arada biz tuvalet korkusu ve kaka takıntısı yaşamadan bir eğitim dönemini atlatmış olduk. Zira kızım henüz hala oral dönemde ve anal döneme geçmediğinden tuvalet takıntısı yaşamıyor. Tuvalette ciddi bir aktivite zamanı kazanmış oluyoruz, yeni yeni şeyler öğreniyor. Mecburen elimdekine konsantre olmak zorunda kalıyor :) Ayrıca henüz 9 aylık bir bebekten kakasını söylemesini beklemek mümkün olmadığından, olur da tuvalete oturduğu halde yapmazsa ya da tuvaletten kalkar kalkmaz altına yaparsa sinirlenmek mümkün değil. Dolayısıyla ben son derece sakin bir dönem geçirdim, kızım da hala tuvalete gitmekten mutluluk duyuyor.

İlk başlarda Tracy Hogg'un tavsiye ettiği gibi tahmini kaka zamanlarında tuvalete oturtuyordum. Zaten her bebeğin belli kaka rutini oluyor. Ayrıca yemekten 40 dakika sonra oturtmak da kaka olmasa bile çişi yakalayabilmek için iyi bir çözüm. Son 1 aydır ise kızım kakasını ÇOĞUNLUKLA kendisi haber veriyor. Gezmedeysek ya da hasta filansa altına yaptığı oluyor ama o durumda da çok zorlanıyor, ağlamaklı oluyor ve yapabildiği kadar az yapmaya çalışıyor kakasını. Bazen başka bir evde de kakasının geldiğini haber verip, adaptörsüz bir şekilde tuvalete oturup kakasını yaptığı da oluyor. Mesela amcasının evinde ya da yakın bir arkadaşının evinde... Oralarda kendisini güvende hissediyor sanırım. Görenler şaşırıyor ama bence bu kızımın becerisi değil; yeterli ve gerekli fırsat verilen her bebek bu aşamaya gelebilir sanıyorum. En azından Tracy öyle söylüyor :)

Kızım şu anda yukarıdaki resimdeki gibi tuvaletini yapıyor. Ama 2 yaş dönemindeki tuvalet eğitimi için önerilen aletler aslında aşağıdaki gibi:
Yanlardan eller için tutacak ve ayakların yere basması için de yükseltici var.

Ayaklar yere değiyor ve sırtını da yaslayabiliyor. Böylece kendini güvende hissediyor.

Güncelleme: Kızım 21 aylıkken çişini söylemeye başaldı. Aslında 18 ay gibi söylemeye başlamıştı ama ben yazın gelmesini bekledim (hatalı bir bekleyişmiş, bu konuda da yazacağım). Hiç kaza olmadan çişini söylemesi 23. ayı buldu. 30. ayında da gece bezlenmesini kendiliğinden kesti (yine de her gece tuvalete kaldırılması gerekiyor yoksa kazalar olabiliyor). Bir tuvalet macerası böylece eziyetsiz ve gözyaşsız son bulmuş oldu :)

9 Aralık 2010 Perşembe

Bu hafta ne pişirsem?



Herkesin blog tutma nedeni ayrıdır ya? Benimki de: Hayata ait notlar tutmak.

Özellikle ikinci çocuğum olduğunda, hatırlamakta zorlanacağım kendi tecrübelerimi not alıyorum.

Bugün de anlamsız bir not düşmek istiyorum hayata: Haftalık yemek menüsü :)


Öğlen
Akşam
Pazartesi
Çorba
Zeytinyağlı pazı
Yoğurt
Çorba
Etli biber dolması
Yoğurt
Salı
Fesleğenli, domates soslu makarna
Ayran
Izgara köfte
Zeytinyağlı patlıcan
Yoğurt
Çarşamba
Çorba
Izgara tavuk
Ayran
Çorba
Taze fasulye
Yoğurt
Perşembe
Çorba
Kıymalı ıspanak
Yoğurt
Çorba
Kurufasulye
Bulgur pilavı
Cacık
Cuma
Çorba
Tavuk haşlama
Enginar
Çorba
Börülce
Bulgur pilavı
Cumartesi
Lor peynirli, cevizli salata
Ayran
Çorba
Kıymalı karnabahar
Pazar
Patlıcan
Bulgur pilavı
Çorba
Izgara balık

1 Aralık 2010 Çarşamba

Bebekle kedi bir arada yaşar mı?

Kızım ve oğlum apartmanımızın bahçesinde

Evetttt, yaşarrrr :)

Kızım 14 aylık, kedi oğlum 6 yaşında. Zaman geçtikçe ve kızım büyüdükçe birbirlerini daha çok seviyorlar. Geçen gün halının üzerinde kızıma et yedirmeye çalışırken, kedim sessizce yaklaşıp kafasını tabağa uzatınca birden parladım. Sesimi yükseltip kedi oğluma kızdım ve hemen salondan dışarı çıkardım. Veeee kızım tarafından bin pişman edildim. Kızım, her gün ayıla bayıla yediği yemeğini yemedi; eti her ağzına götürmek istediğimde eline alıp salon dışına çıktı ve kedi oğluma elleriyle yedirdi :) Çok pişman oldum, çok utandım... Kızımı ancak parka götürerek, yani olay mahallinden uzaklaştırarak sakinleştirebildim.

Hamileyken "kediyi gönder evden" dediler; doğum yaptım, "bebeğe zarar verir" dediler. Dediler de dediler... Ama ben oğlumu çok seviyorum, onsuz kalırsam aklım da kalbim de onunla kalır. Ayrılmadım tabii ki...

Hamile kalmaya niyetlendiğimde toksoplazma testi yaptırdım. Toksoplasma bir parazitten meydana gelen enfeksiyondur ve "köpeğin/kedinin kılından tümör oldu, öldü" diye anlatılan şehir efsanesinin temelini oluşturur :) Kısaca anlatalım:

  • Toksoplasma, mikroskopik bir parazitle meydana gelen bir enfeksiyondur.
  • Pişirilmemiş enfekte etin yenmesiyle; çiğ salam, sosis, sucuk tüketilmesiyle; paraziti taşıyan kedi dışkısının ellenmesiyle alınır.
  • Bu enfeksiyonu geçiren bir yetişkinde basit grip benzeri belirtiler görüldüğünden anlaşılmayabilir. Ancak bir kere bu enfeksiyonu geçiren birine yapılan testte toksoplasma pozitif çıkacaktır. Bu da artık bir ikinci defa enfekte olma riski taşımadığı anlamına gelir.
  • Ev kedileri bu paraziti enfekte kemirgen hayvanları ve kuşları yiyerek alırlar.
  • Hamilelik boyunca, özellikle erken hamilelik döneminde kedi dışkısı ellenmemeli, çiğ köfte gibi çiğ et  türevleri tüketilmemeli ve çiğ yenen yiyecekler (sebze ve meyveler) iyice yıkanmalıdır.
Hamile kaldığımda 4 senedir kedimle beraber yatıp kalkıyor olmama rağmen toksoplasma testim negatif çıkmıştı. Zira kedim çiğ et ile beslenmiyor, dışarı çıkmıyor. Ayrıca ben de çiğ et yemiyorum ve güvenmediğim yerde çiğ yiyecek (salata) tüketmiyorum. Sonuç olarak test pozitif çıksaydı hamileliğim boyunca risk taşımayacak olmama rağmen, toksoplasma testi negatif çıktığı için dikkatli olmam gerekiyordu.

Hemen kedime otomatik kedi tuvaleti satın aldım. Pahalı bir üründü, satın alırken epey düşündüm ama 2 senedir kullanıyorum ve çok memnunum. Böylece kedimin tuvaletini temizlemekten kurtuldum. Tuvaletin çöp kutusunu boşaltırken hep kullan-at eldivenlerden kullandım ve hatta hamileliğimin ilk döneminde, bu işlem sırasında içim rahat etsin diye ameliyat maskesi taktım.

Bununla birlikte tüm hamileliğim boyunca kedim karnımın üzerindeydi. Kızım içeriden ona tekmeler atıyordu. Hamileliğin getirdiği tembellik zamanlarında kedimle beraber yattıyorduk. O da, ben de pek mutluyduk :) 

Kızım doğunca kedi oğlumla bir süre ilgilenemedim. Kızımın odasına girmesi zaten yasaktı. Kızım doğduktan sonra da bu yasak devam etti. Geceleri zaten odasında ve kapısı kapalı uyuduğu için, kızım doğduktan sonra da çalışma odasında kaplumbağam ile uyumaya devam ettiler :) Kızımın emekleme dönemi bitinceye kadar, yani yaklaşık 9 ay salona girmesi de yasaktı. Böylece kızımın, beyaz tüylü kedimin tüyleri ile haşır neşir olmasını önlemiş oldum.

Şimdi kızım 14 aylık. Kedim eski yaşantısına geri döndü. Kızım bakıcısı ile dışarıya oynamaya çıkınca, biz de oğlumla uzanıp kitap okuyoruz. Kızım yemeğini yemek istemeyince "Kediye veriyorum o zaman; aman kedi dur gelme, yiyeceğiz biz yemeğimizi" vs diyoruz ve kısa zamanda tabağın dibini görüyoruz. Arada kediye de yemek veriyoruz; kızım daha da bir iştahlanıyor. Yemek masasında sıkıldığı zaman kediyi lazer ışığı ile oynatıyorum. Kızımın dikkati dağılıyor, tabağı yalayıp yutuyor :) Kedimin faydaları saymakla bitmez yani :)

Bu arada kızım bir başkası istemediği sürece başkasını elleyemeyeceğini, gözüne parmak sokamayacağını, saçını çekemeyeceğini kedi oğlumdan öğrendi. Biliyor ki aksi halde bir güzel pati yer. Oğlum, kızımı asla incitmedi ama canı yandığı zamanlar patisini vurarak ya da ısıracakmış gibi hamle yaparak kızımı korkutuyor. Kızım da geri adım atıyor. Başlarda kızım korkup ağlıyordu. Ben müdahale etmedim, nasıl davranması gerektiğini yaşayarak görsün istedim. Artık parka oyun oynamaya gittiğimizde kızım diğer çocuklara sarılıyor, öpüyor, cici yapıyor ve ben de onunla gurur duyuyorum. Oysa diğer çocuklar bir başkasına nasıl davranılması gerektiğini bilemiyorlar. Sarılmak isterken itiyor ve düşürüyorlar. Cici yapmak isterken saçını çekiyor, yüzüne vuruyor ve canını acıtıyorlar. Meraklarına yenik düşüp gözüne parmak sokmaya çalışıyorlar. Diğer anneler, çocukları başka bir bebeğe dokunmak istediğinde hemen araya girip müdahale etmek zorunda kalıyorlar. Oysa ben kızımdan eminim, asla müdahale etmeme gerek kalmıyor. Çünkü kızım başkasının vücuduna saygı duymayı kedi oğlum sayesinde öğrendi.

Ayrıca paylaşmayı (yemeğini bile), kardeşini korumayı (bana karşı bile) ve başka bir canlı ile oyun oynamayı da yine kedi oğlumdan öğrendi. Benim istesem de, uğraşsam da öğretemeyeceklerimi oğlum kızıma öğretti. Mesela sabahları oğlumun kapısı kapalıyken, kızım onun uyuduğunu biliyor ve asla rahatsız etmiyor. Kedi oğlum içeriden "beni çıkarın artık" miyavı ile seslendiğinde kapıya gidip, "aç" diyor. Sonra içeri girip su kaplumbağama "mama" vermek istiyor. Kedi oğlum yemek yerken onu rahatsız etmemesi gerektiğini de yavaş yavaş öğreniyor. Yani kızım henüz 14 aylıkken "mahremiyet", "özel hayata saygı" kavramlarıyla tanışıyor.


Kızım "cici" yapmayı öğreniyor.

Hepsi kedi oğlum sayesinde. Eh, kızım arada azıcık tüy de yutmuştur muhakkak ama halısının ya da kürklü yeleğinin tüylerini de yutuyor. Tüy konusunda bu kadar pimpirikli olmamıza anlam veremiyorum. Şunu unutmamak gerekir ki Afrika'da hayvanlarla birlikte büyüyen çocuklarda alerjik hastalıklara rastlanmıyor. Oysa artık büyük şehirlerde hangi arkadaşıma sorsam, çocuğu "alerjik bünyeli". Benim kızım ise alerjik astım başlangıcı olan babası nedeniyle doğuştan risk altında olmasına rağmen, muhtemelen yuttuğu kedi tüyleri ile sapasağlam :)

20 Kasım 2010 Cumartesi

Ek gıdaya geçişte günlük yemek planı nasıl olmalı?



Ben sıkı bir Tracy Hogg uygulayıcısı olarak ek gıdaya geçişte de onun verdiği günlük planı takip ettim. 

4-6 ay arasında 4 saatte bir emziriyordum ve sanırım o dönem, beslenme konusunda en rahat olduğum dönemdi. Acıktı mı, acıkmadı mı, acaba ne yedirsem gibi düşünceler olmadan her 4 saatte bir emziriyordum ve ikimizin de kafası rahattı. Derken 6. aya girdik ve ek gıdalara başladık. Bu durumda bizim günlük beslenme planımız şöyle oldu:

07.00
Kalkış ve beslenme (meme)
07.30
Etkinlik
08.30
Beslenme (katı – kahvaltı)
09.00 veya 09.30
Sabah uykusu
11.00 – 11.15
Beslenme (sıvı - meme)
11.30
Etkinlik
12.30 – 13.00
Beslenme (katı – sebze)
14.00 veya 14.30
Öğle uykusu
15.00 – 16.00
Beslenme (sıvı - meme)
16.15
Etkinlik
17.30 veya 18.00
Beslenme (katı – yoğurt)
19.00
Etkinlik (yatırma ritüeli)
19.30
Beslenme (meme – yatmadan önce)
22.00 ila 23.00 arası
Uyku öğünü (Katı gıdaya tam olarak geçince -7 veya 8 aylık- kesilecek)

Kızım şu an 14 aylık ve hala sabah 07.00'da kalkıyor. Bazen 06.30, bazen de bizimle birlikte yattığı haftasonları 08.00 olabiliyor. Ben ortalama saati baz alarak güne başlıyorum.

Sabah kalkar kalkmaz meme emiyor. Bu emme faslı aynı zamanda bir yatak muhabbeti şeklinde neredeyse 1 saati buluyor. Şimdi hangi kitapta okuduğumu hatırlamıyorum ama bir yerlerde sabah bebeğinizle yatakta geçireceğiniz sakin zamanlar ileride size yol, su, elektirik olarak geri dönecektir yazıyordu. Haklı çıktılar. Kızımın hala en sakin geçirdiği zaman dilimi sabahın bu erken saatleri. Gün içinde sadece sabahları uzun sayılacak bir süre kendi kendine oynuyor. Ben de bu arada yüzümü gözümü yıkayıp, ortalığı toplayacak vakit bulabiliyorum.

08.30 ortalama bir kahvaltı saati. Oyuna daldığı dönemlerde 09.00'a geriletmişti, şimdi ise çabuk acıkıp 08.00'da kahvaltısını istiyor.

Sabah uykusundan uyanır uyanmaz, yemeğin ısınmasını ya da soğumasını beklemeye sabrı yetmeyen obur kızımın tekrar memeyle beslenmesi gerekiyor. Tracy Hogg bebeğin memede uyumaya alışmaması için uyanır uyanmaz meme ile beslenmesini, uykudan önce ise katı gıda ile beslenmesini öneriyor. Bunun tam tersini önerenler de var. Eğer uyutmadan önce meme verirseniz bebek daha uzun süre ve bol miktarda meme emer diyorlar. Ben kızımın oburluğundan dolayı Tracy Hogg'u dinledim. Kızım 14 aylık ve hala deli gibi meme emiyor. Ama belki iştahsız bir çocuğu uzun süre emzirmek isteyen annenin diğer yöntemi denemesi daha faydalı olabilir.

Özellikle 13.00'da yenen güzel bir öğle yemeğinden sonra gevşemeyen çocuk görmedim ben hiç. O gevşeyip uykuya dalma hali de öyle güzel oluyor ki... İkinci bebeğimde bu dönemlerin keyfini farkına vara vara çıkaracağım :)

Dikaktinizi çekmek isterim ki; yatmadan önce son katı gıda yoğurt ve daha sonra da sadece anne sütü var. Benim bebeğim iri ve iştahlı bir bebek. Buna rağmen sadece anne sütü ile 4. aydan itibaren kesintisiz gece uykularına geçti. Aynı şekilde 6. aydan sonra da bu beslenme temposu ile kesintisiz uyumaya devam etti. Bu nedenle "Bebeğin aç kalıyor" deyip de gece yatmadan önce muhallebi vermenizi tavsiye edenlere itibar etmeyin. Tekrar söylüyorum benim bebeğim iri ve iştahlı, buna rağmen sadece anne sütü ile sabaha kadar uyuyordu (hala uyuyor) ve iri bir bebek olarak gelişiminde hiçbir gerileme olmadı. Bebeğin karnı katı gıdalarla daha iyi doyar iddiası zaten bana saçma gelmişti, şu anda da geriye dönüp bakınca, kendi bebeğimin gelişimini düşününce iyice saçma geliyor. 1 yaşına kadar bebeğin ana gıdası anne sütü olmaya devam ediyor; bunu unutmamak gerekli.

Saat 19.00 civarında bebeğim yatıyor (hala yatıyor). Bebeği uyuması için asla zorlamadım, hala da zorlamıyorum. Ama hava kararınca uyku ritüeline başlıyordum. Bu sanırım alışkanlık oldu veya içgüdüsel olarak hava kararınca uyumak istiyor. Yaz saaati, kış saati uygulaması da yapıyor kızım :) Böylece yatma saati için net bir saat vermek yerine "hava kararınca" demek istiyorum. Bebeklerin günün karanlık kısmını uykuda geçirmelerinin büyüme hormonu salgılamaları açısından önemli olduğunu artık herkes biliyor. 

Gece uykularının kesintisiz olmasında ise Tracy Hogg'un önerdiği gece öğünü çok önemli. Bilmeyenler için kısaca anlatayım: Bebek saat 19.00 civarında uyuyor ve ideal olarak gece boyunca uyanmayacağı varsayılıyor. Ancak siz bebeği saat 11.00 gibi gece, karanlıkta kucağınıza alıp uykusunun arasında besliyorsunuz. Gözleri kapalıyken öyle iştahlı emiyorlar ki inanamazsınız. Sonra zaten uykuda olduğundan karnı doyar doymaz memeyi bırakıyor ve kendini geriye ittirerek yatağına yatmak istediğini belli ediyor (en azından benim kızım öyle yapıyordu). İşte bu öğünden sonra en azından bir 5 saatlik kesintisiz uyku bekliyoruz. Bebeğin uyku ihtiyacına göre değişir. Benim kızım şu anda (14. ay) çoğunlukla 11-12 saat uyuyabiliyor. 6. ay civarında da 8 saat (yani sabah 7'ye kadar) uyuması bekleniyor.

Tam olarak katı gıdaya geçildiğinde ise bu gece öğününün kaldırılması gerekiyor. Her bebeğin katı gıdaya geçiş süresi farklı oluyor. Ama benim kızım gibi obur bir bebek bile olsa en erken 7. ya da 8. ayda tam olarak katı gıda ile öğününü tamamlayabilir hale geliyorlar. Sonrası için Tracy Hogg annelere gece öğününü bıraktırma önerileri getirmiş. Benim kızım ise kendi kendine gece öğününden vazgeçti. Önce az az emmeye, sonrasında ise uykusundan kaldırılmayı protesto etmeye başladı. Bir gece "Bugün uyku öğünü vermeyeyim bakalım ne olacak" dedim ve kızımın uyanmadan tüm gece uyuduğunu görünce gece öğününü kestim.

Ek gıdaya geçiş gerçekten zor ve zahmetli bir süreç; herkese sabır diliyorum :) Bebeğin 4. ayında emzirmekten yorulup da ek gıdaya geçmeye heves eden annelere de (ben de dahil hemen hemen tüm anneler) akıl fikir diliyorum. Bebeğin en rahat beslendiği 4-6 ay arasındaki emzirme bölümünü kaçırdıkları için nasıl rahat bir dönemi eziyetli hale getirdiklerini asla bilemeyecekler...

Hangi besinlerden ne kadar yedirmek gerektiği ise başka bir yazının konusu olsun...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Ne zaman regl olacağım?

Doğumun üzerinden bir zaman geçince insan kendine bunu sormaya başlıyor. Ama özlediğin için, ama geç olsun diye dua ettiğin için, ama merak ettiğin için; sonuç olarak, gelip aklına takılıyor bu soru.

Bu konuyla ilgili benim gözlemim şöyle: Ortalama 6-9 ay arası oluyor sanırım.

Tekrarlamakta fayda görüyorum, herhangi bir tıbbi ya da daha önceden yapılmış bir deneye dayanan bir bilgi değil bu söylediğim ve söyleyeceklerim. Tıbbi açıdan tamamen saçmalıyor da olabilirim :) Ben sadece gözlemlediklerimi söylemek istiyorum.

  • Öncelikle sanırım emzirmenin yoğunluğuna bağlı olarak regl olma süresi de değişiyor. Hani "emziren anneler meme ve rahim kanserine yakalanmıyorlar" denir ya? Ben de doktoruma sormuştum "Ne alakası var emzirmekle kanserin?" diye. Emzirirken östrojen hormonu baskılanıyor ve ne kadar uzun süre östrojen hormonsuz kalırsanız o kadar az kanser riski ile karşılaşıyorsunuz, diye cevap vermişti bana. Demek ki emzirdikçe ostrojen baskılandığından regl olmuyoruz, diye bir çıkarım yapmıştım ben  de bu cevap üzerine :)
  • Bebeği iştahlı olmayan, bebeği güçlü ememeyen ya da herhangi bir nedenle sütü az gelen ya da emzirmede sorun yaşayan anneler daha kısa sürede regl oluyorlar. Çevremde kırkı çıkar çıkmaz adet görenler var.
  • Genellikle ek gıdaya başlayıp da bebek de tam olarak yemeye başladığında, emme sıklığını ve yoğunluğunu azaltıyor ve sonunda regl olunuyor. Bu da 6 ila 9 aya tekabül ediyor.
  • Eskiden uzun süre emziren anneler arasında 2 sene adet görmeyen olurmuş. Ama artık doktorlar 1 sene müsaade ediyorlar. Bir sene sonunda ise hormon takviyesi alınması gerektiğini söylüyorlar.

Ben dokuzuncu ayda oldum. Her zaman ağrılı da olduğu için pek de meraklısı değildim. Sanırım yoğun emzirmeye devam etseydim de bir seneyi geçseydi, hormon ilacı filan almayı reddederdim. 

Diyeceğim odur ki, bebekle ilgili her konu gibi bu konu da zamanla rayına oturuyor, her şey yoluna giriyor.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Doğumdan sonra bir anne eski hayatını özler mi?



Bu sorunun cevabı sanırım annenin yaşına ve o yaşa kadar yaşadıklarına bağlı olarak değişmektedir.

Ben eşimle 22 yaşında tanıştım. Ondan önce de flörtlerim oldu. Eşimle tam 5 sene flört ettik. Bu süre zarfında sevgiliyle buluşmak için süslenmek, beraber sinemaya gitmek, el ele film seyretmek, mum ışığında yemek yemek gibi çeşitli aktiviteler sonucu sanırım flört etmeye doyarak evlenmeye karar verdim. 

Evlenmeden önce hiç ev işi yapmadan deli gibi çalıştığım bir dönem geçirdim. Sonrasında 2 sene yalnız yaşadım ve kendi evimin sorumluluğunu alıp yalnız başıma yaşamayı deneyimledim.

Derken evlendim ve eşimle 5 sene deli gibi gezdim. Birbirimize sözümüz vardı; gençtik, sağlıklıydık, bol bol gezmeliydik. Gezmeye ve eğlenmeye de böylece doydum.

Ve nihayet bebek istediğimize karar verdik.

Hal böyle olunca eski yaşantıma dair hiçbir şey özlemiyorum. Yanlış anlaşılmasın, özlemiyorum derken kastettiğim şu: Elbette deniz manzaralı ilkokulumun bahçesinde seksek oynamayı; lise arkadaşlarımla Baylan Pastanesi'nde oturmayı; üniversite arkadaşlarımla sınav öncesi sabahlamayı; sevgilimle yorulanı kadar dans etmeyi; iş ve fikir arkadaşlarımla sabaha kadar içki masalarında şarkı söyleyip muhabbet etmeyi yad ediyorum bol bol. Ama kızım olmasaydı da artık tüm bunlara doymuştum ve yapamazdım. Ne o kadar içki masasında oturacak mide, ne de o kadar pistlerde coşacak enerji kaldı bende. Artık 30'lu yaşlardayım. Yapabileceklerim sınırlı olduğu gibi yapmaktan zevk aldığım şeyler de daha rafine şeyler oldu. Eski günleri yad ediyorum, özlemle anıyorum ama kızım doğduğu için yapamıyor değilim ve dolayısıyla özlemiyorum.

Kızım olmasaydı neler yapabilirdim: 
  1. Tatilimde bol bol yüzebilirdim. Oysa şimdi bir bebeğim var. Ancak ona babası bakarken yüzebiliyorum.  Bunun da keyfini en fazla 2 dakika sürebiliyorum. Sonrasında kızımla beraber yüzmek hevesi sarıyor gene beni ve yine başım suyun dışında kızımla sarmaş dolaş deniz sefaları başlıyor.
  2. Eskiden eşimle market reyonlarının arasında gezmek, yeni malzemeler alıp evde beraber yemek yapmak en büyük zevkimizdi. Kızım olduğu için artık market alışverişlerimiz uzun süremiyor. Kızımın sıkılma sınırında sonlandırmak zorunda kalıyoruz. Aman zaten canıma minnet, Migros sağ olsun. Özlenecek başka şey mi kalmadı!
  3. Hobilerime eskisi kadar vakit ayıramıyorum. Olsun varsın, hobi dediğin zaten az zamanını ayırdığında kıymetli olur. Eskiden sabahlara kadar deli gibi kitap okurdum. Şimdi kızımı birilerine emanet edip de kitap okumaya niyetlendiğim dakikalar öyle kıymetli oluyor ki hem okuyacağım kitabı özenle seçiyorum hem de okuyacağım yeri. Elimdeki bir fincan çay bile ayrı bir lezzetli geliyor o kısıtlı dakikalarda :) Ayrıca kızım sayesinde başka hobiler ediniyorum: İşbu blog gibi :)
  4. Çaydan bahsetmişken: Kızım doğduktan sonra ancak sınırlı dakikalarda sıcak içecek içebiliyorum. Zira kızım her an beni uzun süre oyalayabilir ve çayım soğuyabilir ya da kızım ters bir hareket yapar da çay üstüne dökülür diye korkarım. Eskiden çok az sıcak içecek içerdim, şimdi ise aksi gibi canım çekiyor. İçmek için zaman yaratmam lazım ya? Daha çekici oluyor şimdi çayların, kahvelerin tadı :)
  5. Yemek yapmak ve yeni tarifler denemek için çok zaman ayıramıyorum artık. Ama bu arada hızlı ve sağlıklı yemekler yapmayı öğrendim (kızım da artık bizimle yiyor ya?). Ayrıca egzantrik yemekler deneyemiyor olsam bile kızımın yemesini tercih edebileceğim pekmezli kurabiyeler gibi tarifler deniyorum. O tariflerimi kızım lüpletince de dünyalar benim oluyor. Ne yapayım bilmem ne yatağında bilmem ne yemeğini...
  6. Eşimle baş başa yaptığım her şey daha kıymetli artık. Çünkü kızım uyanıkken yapamıyoruz. Eğer kızım erken uyumuş ve ben bu arada eşimin sevdiği yemeklerden yapabilmişsem; eve gelen eşim hemen sofrayı kurup bir de kırmızı şarap açıyor :) Eskiden olsa eşim, vaka-yı adiye sayardı bu durumu ve hiç de önemsemezdi. Şimdi ise yaptığım her şey kıymete biniyor. Mutluyum ben bu durumdan.
  7. Bebeğimin ilk aylarında tuvalete gitmek, kremlerimi sürmek, duş almak, dişlerimi fırçalamak tamamen bir lükstü. Ama o da bir dönemmiş, geçti gitti. Şimdi kızım 13 aylık ve rahatım çok şükür. Sabah uyanıp birlikte yüzümüzü yıkıyoruz, kremlerimizi birlikte sürünüyoruz, dişlerimizi birlikte fırçalıyoruz. Hatta ben tuvalette dergi okurken bir tane de kızıma veriyorum, o da beni beklerken resimlerine bakıyor sayfaları tek tek çevirerek. Sayılı günler çabuk geçiyor. Bir daha anne oluşumda hatırlamalıyım bunları!
  8. Bebekli ev dağınıktır derler. Aslında bakan göze göre değişir. Ben her zaman dağınık bir insandım. Oysa şimdi bütün evi kızıma göre dizayn ettim ve her şeyin yerli yerinde durmasına özen gösteriyorum. Böylece kızım nereyi elleyip nereyi ellemeyeceğini biliyor. Aradığını hemen bulabiliyor. Umuyorum ileride oynadığı şeyi yerine koymayı da öğrenip, benim gibi pasaklı bir kız olmayacak :)
  9. Artık elimi kolumu sallaya sallaya avare dolaşamıyorum yollarda. Elimde bir puset veya kucağımda bir bebek oluyor. Ben de paraya kıydım, kızıma bir ergobaby aldım (http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2011/03/hangi-slingi-kullanmalym.html). Artık kızım kucağımdayken dans ede ede yürüyebiliyoruz. Eğer kızım yanımda değilse ve benim avarelik edebileceğim zamanım varsa, işte bu daha da değerli oluyor. Fakat her ne hikmetse böyle zamanlarda ne gezdiğim yerleri, ne çevremdeki insanları, ne de okuduğum gazetedeki haberleri hatırlıyorum. Aklım kızımda esir kalıyor sanırım ve bu duygu hoşuma gidiyor.
  10. Eskiden eşimle gezerdik, şimdi kızımızla geziyoruz. Ha, elbette yolculuklar biraz daha uzun sürüyor ama sırf bu nedenle daha dikkatli ve tehlikesiz oluyor. Ne uykusuz araba kullanmalar, ne de molasız yolculuklar var artık. Ne de olsa arabamızda VIP yolcumuz var..
  11. Sinema, tiyatro ve konserler ise özenle seçiliyor. Günler öncesinden ayarlanıyor her şey. Kızım uyurken biz evden çıkıyoruz. Deşarj olup eve dönüyoruz.
  12. Arkadaşlarımla eskisi kadar sık muhabbet edemiyorum. Ama zaten artık eskisi kadar da çok konuşmuyorum. Dinlemeyi daha çok sever oldum. Öncelikle kızımı, sonrasında da kendi iç sesimi dinler oldum. Özlemiyorum uzayıp giden muhabbetleri...
  13. Her sabah erken kalkıyorum. Her gün 10 saatten az uyudu mu ya da gece bir kere bile olsun uyandı mı kendisini uykusunu almamış sayan ben geceleri kendi kendime 3-4 defa uyanıp etrafı dinleyip tekrar uyuyorum; sabahları kızım uyuyor olsa bile 7'de gözlerimi açıyorum. Üstelik eskisinden de daha dinamiğim. Kızım sağ olsun. Ondan başka hiç kimse beni erken kalkmaya ikna edemezdi. Yatak sefalarını özlemiyorum; artık yatakta kızımla yuvarlanıyorum ve onun minik ayakları bacaklarımın arasındayken uykuya dalıyorum. Bundan daha derin bir uyku artık hayal bile edemiyorum.
  14. Eskiden yemek masasında oturmaya bayılırdım. Şimdi ise ne yediğimi bile anlamıyorum. Yediklerimi hızla tüketiyorum, bir yandan da kızıma yedirmeye çalışıyorum. Veeee hızla kilo veriyorum :) 30 sene yedim de yedim arkadaşım; şimdiyse yemek yemeyi unutmanın ya da bol kalorili yiyip de yine de kilo vermenin keyfini sürüyorum. Sağ olsun bol hareketli bıdık kızım.
  15. Kendimi şımartırdım eskiden bol bol. Cilt bakımına, masaja, kuaföre, maniküre giderdim; banyo sonrasında uzanır bir sıcak çay içerdim. Gene yapıyorum bunları ama kısıtlı zamanda koştura koştura. Hatta bazen yarım kesiliyor; mesela uykudan uyanan kızım daha fazla ağlamasın diye banyodan çıkıveriyorum apar topar ve ıslak bornozla uyumak zorunda kalıyorum. Olsun varsın, bu da bir dönem sanırım. İleride bu günleri bile özleyeceğim; ben ki lohusalığımdaki ağlak hallerimi dahi özlemişim :)
  16. Kızım daha küçükken bir ara arabada eşimin yanında oturmayı; yolda yürürken elini tutmayı özlemiştim. Şimdi her ikisini de yapabiliyorum. Bir kere daha bebek yapacağım ve bir 6 ay daha özleyeceğim eşimin ellerini.
  17. Eskiden takip ettiğim diziler vardı. Ne çok zamanım varmış ve bol zamandan ne yapacağımı şaşırmışım. Şimdi zamanım olsa da o dizilerden zevk almıyorum artık, çünkü elimdeki bu dar zamanda yapmak istediğim daha güzel şeyler oluyor çoğunlukla. Ayrıca Türk dizileri de 90 dakika kardeşim, bu ne zaman bolluğudur; kim bir gün içinde bir buçuk saatini dizi seyretmeye ayırır; ayıptır yahu!
  18. Eskiden spontane yaşardım; ayrı bir zevki vardı. Şimdi çok planlı programlıyım; kendime inanamıyorum ama kendimle gurur duyuyorum. Kızım beni dönüştürdü; annelik bana yaradı. 32 yaşımdan sonra, iş başa düşünce zaman yönetimini öğrendim. Annelik her gün yeni bir şeyler öğretiyor insana...
  19. Hamileyken bana bir korkaklık gelmişti; en ufak bir riske giremez olmuştum. Şimdiyse bir cesaret geldi. Kızıma gelebilecek en ufak bir zararı sezersem, ormanda 10 panter gücünde olabilirim sanırım. Anneyim ben, cesurum güçlüyüm artık :)
Acemi annelik günlerimde "Ben de sıkıştım diyerek tuvalete koşmak, ana haber bültenini izlemek, Türkiye politikasını takip etmek, ders kitaplarımın başına dönmek istiyorum" diye ağlamışlığım vardı. Oysa şimdi yemişim Türkiye politikasını diyorum. Şu anda yaptığım işten daha önemli bir iş de yok; her şey bekler, insan yetiştirmek işi bekleyemez.


Yaş almış annelerden biri bir gün: "Çocuklar küçükken 'Ah, ne zaman büyüyecekler de ben de deliksiz bir uyku çekeceğim' derdim, şimdi evde eşimle baş başayım ama benim canım uyumak istemiyor ki" demişti bana, kulağıma küpedir :)

Güncelleme: Kızım şu anda 29 aylık ve ben yukarıda "yapamıyorum" diye saydığım her şeyi artık yapabiliyorum. Bu kadar özveri sadece ilk 2 sene için gerekliymiş.

15 Ekim 2010 Cuma

Bebeğe kendi kendine uyuma nasıl öğretilebilir?



"Bebeğin uykusu nasıl olmalı"  başlıklı yazımda kızımı kendi kendine uyumaya nasıl ikna ettiğimi ayrı bir yazının konusu yapacağımı belirtmiştim. Gelgelelim içimden bu konuda yazı yazmak gelmedi, çünkü hep bir adım ileri bir adım geri gittik.

Kızım 4. aydan itibaren 9. ayın sonuna kadar kendi kendine, tamamen bağımsız uyumayı başarıyordu. Fakat sonrasında hareketlenmeye, ayağa kalkmaya, yürümeye başladı; kendi iradesini kullanabildiğini fark etti ve ben de uyuması için onu her seferinde ikna etmek zorunda kaldım :) Yani o bağımsız uyumaların sonuna geldik ne yazık ki...

Şu anda düşününce tamamen bağımsız uyuması için hiç zorlamayabilirmişim diyorum kendi kendime, neticede toplam 5 ay kadar tam bağımsız uyuyabildi. Ama belki bu tecrübesinin ileride tekrar tam bağımsız uyumaya geçmesinde faydası olur, bilemiyorum. Yine de her annenin kendine ayıracak vakit bulma ve deliksiz gece uykusu alma konusunda yanıp öldüğü bir dönemde 5 ay kadar rahat ettim.

Güncelleme: Kızım şu anda 3 yaşında. Çoğunlukla kendi yatağında uyuyor ama gece, beni de yanına çağırıyor. Kızım iradesini belli etmeye başladıktan sonra, o nasıl istiyorsa öyle uyuduk. Ama sanırım bağımsız uyuyabilme becerisi edinmiş olması nedeniyle hiçbir zaman uyku sorunu yaşamadı. Ayrıca şimdi şimdi görebiliyorum ki bağımsız uyuyabilmek hem kendine güvenini geliştirdi hem de tek başına rahatça gözlerini kapayıp rüyalar alemine gidebileceğine ikna olması blinçaltına, bu dünyanın güvenilir bir yer olduğu fikrini yerleştirdi. Bunlar sadece kızımda gördüklerim elbette, belki de yanlış yorumluyor da olabilirim. Ama sırf bu nedenlerle, ikinci çocuğumu da iyi gözlemleyip, onun kabul edbeileceği şekilde uyku eğitimini muhakkak vermeyi planlıyorum. Uyku eğitimi olmadan ne kızım fiziken bu kadar iyi gelişen bir bebek olabilirdi, ne de ben sakin bir anne olabilirdim. Bu nedenle treddütte olan varsa, uyku eğitimini muhakkak öneriyorum.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi kızımı ilk 3 ay her türlü yöntemle uyuttum. Daha sonra kendi kendine uyumayı öğretmeyi kafama koydum. Annemin "O henüz bir bebek, sense annesin. Onu oyalayıp uyutmayı başaracak bir yol bulabilirsin" telkinleri ile kızımı uyutma çabalarına başladım. Daha sonra Tracy Hogg'un da benim uyguladığım yöntemleri önerdiğini gördüm. Demek ki aklın yolu birmiş: 
  • Öncelikle bebeklerin iki veya üç farklı konuya aynı anda odaklanmaları mümkün değil. Mesela kakasını yapan bir bebek meme emmeyi kesecektir; çünkü ikisine birden odaklanması mümkün değildir. Bu mantıktan hareketle henüz dört ay civarındaki bir bebeği kendi kendine uyumaya ikna edebilmek için her zaman uyguladığınız uyku ritüelini uygulayıp bebeği yatağa yatırdıktan sonra, ağlamaya başladığında dikkatini dağıtmanız yeterli olacaktır. Bunun için bebeğin verdiği tepkilere uygun olarak şu üç unsurdan yaralanılabilir:
  1. Görüntü: Bebek, gözleri açık olarak ağlıyorsa ellerinizle, bir oyuncakla ya da bir dönence ile ani bir görüntü verip dikkatini dağıtabilirsiniz.
  2. Ses: Örneğin yatağın tahtasına vurup, yatağın örtülerine tırnaklarınızı sürtüp ya da ıslık çalıp ses çıkarabilir ve böylece bebeğin dikkatini dağıtıp ağlamasını kesebilirsiniz. 
  3. Dokunma: Bu da Anadolu'da uygulandığı gibi bebeğin poposuna pıt pıt vurarak sağlanabilir.
Tracy Hogg bu yönteme "şşt-pat" yöntemi diyor. Yani bir yandan bebeğin kulağına pişş pişş diye ses verip, diğer yandan da sırtına hafif hafif vurursanız bebek 3. bir şeye yani ağlamaya konsantre olamayacağından ağlamayı kesip uykuya dalacaktır. Ki zaten ilk 3 ayın içinde de pek çok anne, neredeyse tamamen dürtüsel olarak, bebeğini kucağında hafif hafif sallayarak piş pişş yapar ve poposuna hafif hafif vurur. Ki işte bu hareket de yukarıda anlattığım her 3 yöntemin birlikte uygulanmasıdır. 4. aydan sonra ise bu hareketi bebek yatağında kendi kendine yatarken uygulamak gerekiyor.

  • Altı ayı geçmiş bir bebeği de aynı yöntemlerle ikna etmek mümkünse de dikkat edilmesi gereken bir husus var ki o da artık bebeğin oyun oynamaya müsait oluşudur. Şöyle ki; bebek sizin uyutma girişiminizi oyun olarak algılayabilir. Bu nedenle bu yöntemleri artık sadece bebek ağladıkça uygulamak gerekiyor. Bebek ağlamayı kestiğinde sizin de ses, görüntü veya dokunma hissi vermeyi kesmeniz gerekiyor. Bebek tekrar ağlamaya başladığında ise tekrar sizin de dikkat dağıtmaya başlamanız lazım. Sonunda bebek pes edip uyumaya çalışmayı yeğleyecektir :)
Bu yöntem de Tracy Hogg'un yatır-kaldır yöntemine benziyor. Ancak Tracy Hogg'un yöntemi benim omuzda uyumayı ve kucakta tutulmayı sevmeyen kızımı iyice sinirlendirmekten başka işe yaramadı. Ben de kızımı kucağıma almadan yatıştırmanın yöntemini bu şekilde buldum.
  • http://www.pratikanne.com/ çocuklarını müzikle uyumaya alıştırdığını yazmıştı; ben bu detayı fazla önemsememiştim zamanında. Ama kızımı kendine kendine uyumaya alıştırıp da sonrasında yanında durmayıp, tam bağımsız olarak kendisinin uyumasını beklediğim dönemde müzik çok işime yaradı. Kızımı yatağına yatırıp odasından çıkacağım zaman onun dikkatini toplayacağı bir odağa ihtiyacı oluyordu. Müzik bu iş için biçilmiş kaftan. Çünkü eğer kızım ben odadan çıkarken arkamdan ağlamaya başlarsa ancak onun sesinden daha yüksek volümde çıkan bir müzik sesi onun dikkatini kendine çekebiliyordu. Zira kızım, ben odada yokken oyuncaklara vs pek de itibar etmiyordu. Ayrıca bebeklerin uyku ritmi 40-45 dakikada bir uyanıp tekrar dalmak şeklinde sürüyor. Özellikle gündüz uykularında 45 dakika sonra uyanan bir bebek eğer tekrar uykuya dönemezse ağlamaya başlar ama eğer onun sesinden yüksek bir müzik sesi dikkatini çekerse durup dinlemeye başlar ve uyumaya devam eder. Keşke pratikanne'yi en başından dinleseymişim demiştim kendi kendime, müziğin bu kadar işe yaradığını fark ettikten sonra.
 Ben kızıma bir mp3 çalar aldım. İçine değişik türde şarkılar doldurdum. Özellikle çok farklı parçalar seçtim ki biri olmasa diğeri dikkatini çeksin. Hiç tahmin etmeyeceğiniz parçalar hoşlarına gidebiliyor. Bizim kız bir Afrika parçasına aşık mesela. Bütün yaz tatilimiz boyunca o şarkı ile uyudu ve eşim "Bize hangi kabilden olduğumuzu soracaklar yakında" diye söylenip duruyordu. Ayrıca ninni söylüyorum kızıma. Kendi sesinizden alıştığı bir ninniyi kaydedip, dinletmek de çok işe yarayan bir çözüm. Özellikle 45 dakika sonra uyandığında gözlerini açmadan sizi yanında sanarak uyumaya devam edebilir.

Müziği bebek uyurken kapatmamak gerekiyor. Farklı müzik türlerini dinlemek zaten bebeğinizin zeka gelişimine de katkı sağlayacaktır.
  • Ayrıca oyuncağı ile uyumayı seçen bir bebek siz yanında durmadan, tam bağımsız olarak uyumayı daha kolay öğrenecektir. Ama yine de bebeğin yatağında oyuncak bulundururken dikkat edin, uyumak yerine oyuncaklarla oyun oynamayı tercih edip uykusunu tamamen dağıtabilir. Ben kızımın hiçbir zaman kendine bir uyku arkadaşı seçmeyeceğini düşünürken, 12. ayında kızım kendine bir uyku arkadaşı seçti. Hem de benim teklif ettiğim bütün yumuşak uyku arkadaşlarını reddedip, hiç beklemediğim bir anda, benim bebekliğimden kalma ahı gitmiş vahı kalmış bir oyuncak bebeği yatağına aldı. Gündüz hiç oynamadığı ve hiç aramadığı bu bebeği, gece muhakkak yanına istiyor artık. Sabah bizim yatağımıza gelmek için kalktığında da, bebeğini de kendisiyle birlikte getiriyor muhakkak.
  • Gelelim 9 ay ve sonrasına: Kızım hareketlenmeye başladı. Uyku düzeni şaşmaya başladı. Önce sabah uykularında hamakta sallanarak uyumaya başladı. Sonrasında 11 ve 12. aylarda (tam yürüme becerisi kazanmaya başladığı dönem öncesinde) uyumamak için direnmeye, daha çok yürüme antrenmanı yapmak istemeye başladı. Bu dönemde onu uyuması için ikna etmem gerekti. Kimi zaman meme vererek sakinleştirdim, kimi zaman hamakta salladım, kimi zaman beraber uyudum, kimi zaman sadece 2 dakika ağlamaya bıraktım ve her seferinde uyumaya ikna ettim. Bu dönemde özellikle yatağın etrafında oynayacağı hiçbir şey bırakmadım ki oynamaya dalmasın. Aklınıza gelmeyecek şeyler, bir oyuncak haline gelebilir. Bir ara yatağın etrafındaki koruyucu yastıkları bile söktüm, zira ayağını o yastıkların arkasına soka çıkara saatlerce oynayabiliyordu.
Bu dönemde dikkat edilmesi gereken nokta çocukla inatlaşmamak... Ancak eğer uykusu olduğundan ve esasen uyumak istediğinden kesinlikle eminseniz Tracy Hogg'un yatır-kaldır yöntemi başarılı oluyor. Bu dönemde bebeğin kendi kendine kalkmasını bekliyorsunuz, kalkar kalkmaz ise tekrar yatırıyorsunuz. En fazla 5-10 denemede bebek pes edip uykuya yatıyor :) 
Ama dikkat ettiyseniz sonuçta bebeğim artık tam bağımsız uyuyamıyor. Yani öyle yatağına bırakıp da müziğini açıp çıkamıyorum. Daha ne kadar böyle sürecek bilemiyorum. Eğer bir gün kızım tekrar tam bağımsız uyumaya geçerse buradan sizinle paylaşırım (umarım bir gün)...

Ha, "Bu kadar uğraşacağıma bebeği ayağımda ya da kucağımda sallayarak, meme vererek, yanımda yatırarak ya da ağlamaya bırakarak uyuturum" da diyor olabilirsiniz. Bu durumda bir sonraki hamlenizi iyi düşünmenizi tavsiye ederim.
  • Bebeğini ayağında sallayan arkadaşlarım bebek 1 yaşını geçip de ağırlaşmaya başladığında çok yıprandılar. Gece uyanan bebek tekrar uyumak için sallanmayı talep etmeye başladı. Ayrıca ilk zamanlar sallanarak iki dakikada uyuyan bebek, tüm diğer tiryakiler gibi :) gitgide miktarı arttırmak istedi. Sallama süresi uzadıkça anne fiziken yorulmaya  ve annenin sinirleri yıpranmaya başladı. Sonunda sallamaya alıştırdıklarına pişman oldular. Ben şahsen 9 yaşına kadar sallanmışım :) Sallanmayı hala çok severim. Kızımı da sallıyorum ama hamakta. Bebeğini illa sallayarak uyutmak isteyen herkese hamak tavsiye ederim, ayakta sallamak gitgide zorlaşıyor fiziken. 
  • Kucakta sallayarak bebeklerini uyutan arkadaşlarım ise ayaklarında sallayanlardan çok daha çabuk pes ettiler. Hele çalışan anneler için kucakta uyutmak tam bir işkence. Bebek 3 kilo iken kucakta uyuyan bir kedi yavrusu görüntüsünde oluyor ama 13 kiloya vardığında, kucakta uyuyan bir dana olarak pek de sevimli gelmiyor :) 13 kilo bir ağırlığı saatlerce kucakta taşımak zor. Kucakta uyumaya alışmış bir çocuğu başka türlü uyumaya ikna etmek zor. Genellikle yüzüstü uyumayı seven çocuklar kucakta uyumaktan hoşlanıyorlar. Kucakta uyuyakalan çocuğu yatağa yatırmak ve bu sırada uyandırmamak da çok zor.
  • Meme vererek uyutuyorsanız çocuğunuzun huyunu suyunu iyi bilmelisiniz. Mesela ben meme emerek uykuya dalarmışım ama annem yatağıma yatırdıktan sonra sabaha kadar uyurmuşum. Benim kızım da bir süre emerek uyudu. Sonra fark ettim ki, ne zaman emerek uyutsam çocuk gece boyunca her uyandığında, tekrar dalmak için meme istiyor. Bunu beslenmek için değil (4. aydan itibaren gece beslenmelerini kesmiştim) beni emzik olarak kullandığından yapıyordu. Bunun sağlıklı olmadığına karar verdim ve emerek uyutmayı yavaş yavaş kestim. Kızım şu anda 18 aylık ve gecede 10 ila 12 saat arası kesintisiz uyuyor. 
  • Aile yatağını tercih eden aileler var. Ya da babayı yataktan şutlayıp bebeği ile uyuyan anneler :) Bu kararı vermeden önce de iyi düşünmek gerekiyor. Özellikle çalışan anneler için bebeği ile birlikte uyumak iyi bir çözüm olabilir. Zira çocuk da anne de birbirlerini özlüyorlar ve bu açığı gece boyunca kapatmaya çalışıyorlar. Ayrıca annesi çalışan her çocuk geceleri muhakkak uyanıyor. Ama gece boyu annesinin yanın da yatan bebek muhakkak uyandığında meme istiyor. Bu durum zaman ilerledikçe anneyi uykusuz bırakıp, yorabilir. Ayrıca yine bir annenin sayfasında gece boyu ağzında meme ile uyuyan çocuğunun damak yapısının aynen uzun süre emzik emenlerde olduğu gibi bozulduğunu okudum. Bir diğeri ise gece boyu meme alan bebeğinin süt dişlerinde çokça çürük olduğunu yazıyordu. Ben insan vücudunda hasar meydana getiren hiçbir hareketin doğru ve sağlıklı olduğuna inanmıyorum. Demek ki bebeğe gece boyunca meme vermek sağlıklı bir durum değil. Eğer bebeğiniz yanınızda yatarken gece boyu sıklıkla uyanıp meme istiyorsa bir daha düşünün. Belki aynı odada ama kendi yatağında (mesela bir park yatakta) yatması sizin için daha doğru bir seçenek olabilir.
  • Ağlamaya bırakmak bazı bebeklerde işe yarıyor. Bir arkadaşım kızını 6 aylıkken sadece yarım saatliğine ağlamaya bırakmıştı. Kızı şu anda 3 yaşında ve 6. ayından bu yana yatırdıkları yerde kendi kendine uyuyabiliyor. Ama her bebekte ve annede işe yaramıyor bu yöntem ne yazık ki. Bebeğin de annenin de karakterlerinin bu yönteme uygun olması lazım. Bu yöntem hakkında: Bebeğin anneye olan güvenini kırar diyorlar. Bebeği ile aynı yatakta yatanlar için de: Bebek anneye bağımlı olur, yarın öbür gün psikolojik sorunları olur diyorlar. Ben her iki yöntem için de şöyle düşünüyorum: Bebeğin anneye olan güveninin sarsılması, bebeğin anneye bağımlı olması ve bir şekilde psikolojik sorunları olması sadece anne ile yatıp yatmamasına ya da sadece 1 defa yarım saat ağlamaya bırakılmasına bağlı olamaz. Nihayetinde bir insan evladından bahsediyoruz. Anne ile olan ilişkisinde pek çok değişken var. Sadece uyku metodu bebeğin psikolojisini bu kadar da çok etkiliyor olamaz. Anneye olan güveni tazeleyecek pek çok unsur olabildiği gibi, anneye bağımlılığını engelleyecek de pek çok husus tespit edilebilir. Önemli olan anne ile bebek arasındaki ilişkinin güven bağına dayanmasıdır.
Kendimizden haber verecek olursam: Kızım şu anda 18 aylık. 12-14 ay arasında (yürümeye başladıktan sonra) çok zorlu bir 3 ay geçirdik. Yanıma yatırdım, yanına yattım, yer yatağında yattık vs vs. Sonunda o günler geride kaldı. 15. ayından bu yana tekrar rutine oturduk: Kızımı öğlen ablası hamakta sallayarak uyutuyor; ve kızım 2 saatlik uykusunu hamakta geçiriyor. Akşamları ise uyku ritüelimizden sonra beraber kızımın yatağına giriyoruz; kızım meme emiyor (eskiden emerken uyuyakalmamasına dikkat ediyordum, şimdi kendiliğinden bırakıyor memeyi); oyuncak bebeğine sarılıyor ve benden şarkı söylememi istiyor. Ben şarkı söylerken dalıyor uykuya, ben de yataktan çıkıyorum. Yataktan indiğimi fark ediyor ama arkasını dönüp uyuyor. Bazen arkamdan kalkıp ağlıyor ama ben kapıyı kapatır kapatmaz yatıp uyumasına devam ediyor.

Bir de şu bebeğin ağlaması ile ilgili bir şey eklemek istiyorum. Her anne bu ayrımı yapar zaten sanıyorum: Bir ağlama var ki bebek hakikaten ağlıyordur. Sizden bir şey istiyordur. Ya bir ihtiyacı vardır (acıkmıştır, susamıştır, altı kirlidir, ilgiye doymamıştır vs) ya da hakikaten uykusu yoktur ve ona saygı duyulmasını talep ediyordur. Bir de uykusuzluktan öldüğü ve hiçbir ihtiyacı olmadığı halde sırf sınırlarını kontrol etmek adına ağlama numarası yapar: Cidden gözlerinden yaş dökülüyordur ama kendini zorlayarak ağlıyordur. Her bebeğin bu deneme ağlaması farklı oluyor, anne bir iki denemeden sonra bu farkı anlayabiliyor. İşte bu ikinci ağlama, kendi kendine uyumasını talep ettiğinizde katlanmanız gereken bir ağlama türü. Ben bu ağlamalar sırasında bebeğimin yanında kalıyordum. Kimse dışarıdan gelemesin diye kapıyı kilitliyordum ve kızım susana kadar güzel sözler ya da ninni söylemeye veya "Ben burada kitap okuyorum" ya da "Ben de bu koltukta uyuyorum tatlım, ağlaman bitince uyu lütfen"  gibi bir yöntem uydurup yanında duruyordum. Ama şimdi kızımın aklı başında, benim kapının önünde olduğumun farkında, canı isteyince "Anne gel, kapıyı aç, kucağa al" diyebiliyor. O nedenle deneme ağlamasında yanında özellikle durmuyorum. Kapıyı kapatıp dışarı çıkıyorum. Genellikle tam 2 dakika sürüyor bu ağlamalar. Ama bazen bir susup, bir ağlayarak 10 dakika sürdüğü de oluyor. Ama şimdiye kadar hiç bundan uzun sürmedi. Zaten bundan uzun sürerse deneme ağlaması olmadığını, bir şeylerin yanlış gittiğini düşünürüm sanırım.

Son olarak ağlamakla ilgili de şunu söylemek istiyorum: Bebeğin ağlamaya da ihtiyacı var. Eğer bir ihtiyacının karşılanması talebi ile ağlamıyorsa bırakın çocuğu ağlasın. Bu konuda yazılmış çok aydınlatıcı bir kitap var; onu da bir ara paylaşmak istiyorum. Orada yazılan görüşlere tamamen katılıyorum. Bebeğiniz zaten konuşabilmeye başladığında "Anne, içimden ağlamak geliyor, kendimi tutamıyorum" diyecek size. Bırakın doya doya ağlasın çocuk. Ağlamasın diye her seferinde ağzına meme verirseniz, her seferinde oyunlarla dikkatini dağıtmaya çalışırsanız çocuğunuzun gelişimi açısından hata olur. Ben şahsen ağlamamı engelleyenlere uyuz olurum, belki de bu nedenle öyle düşünüyor da olabilirim :)

Güncelleme: Kızım 18. ayından 23. ayına kadar tamamen kendi kendine uyumaya geri döndü. İlk dönemdeki bir 5 ay gibi harika bir dönem yaşadım :) Bir akşam yatağına yatırdım, bana "Anne sen git." dedi. Ben çıktım ve arkamdan da ağlamadı. 10 dakika sonra içeri girdiğimde gerçekten de uyumuştu. 5 ay bu şekilde kendi kendine uyumaya başladı. Hatta 21 aylıkken gündüz uykularında hamakta sallanmayı da kesti. Tamamen kendi kendine uyur oldu. Ben de içimden "Demek ki ilk başlarda kendi kendine uyumayı öğretmenin faydası oluyormuş." diye düşündüm.
Gelgelelim çocuk yetiştirmek hayat gibi inişleri ve çıkışları olan bir iş. 23. ayında kızım bezini çıkardı ve gece uyanmaları başladı. Gece uyandıkça yatağımıza gelmeyi talep etmeye başladı. Aynı dönemde ben yoğun bir tempoyla çalışmaya başlamıştım ve çok yorgun olduğumdan kızım uyur uyumaz yatağına geri götüremiyordum. Böylece kızım 23. ayından sonra anne-baba yatağında uykuya dalıp, tüm geceyi bizim yatağımızda uyumaya başladı :) Gündüz uykusuna yine kendi kendine dalıyor ama bakıcısının ya da anneannesinin kendisine bir masal anlatmasını ya da ninni söylemesini talep ediyor.

Demek ki neymiş? Çocuğun uygun dönemini kollayıp, kendi kendine uyumasını teşvik etmek mümkünmüş ama bu alışkanlığın çocuğun geri kalan ömründe de süreceğinin garantisi asla yokmuş....

Not: Benim uyku eğitimi verme tarzımda acısız uyku eğitimi vermiş bir başka annenin tecrübesi:
http://evcilikhayati.blogspot.com/2012/02/uyku-tek-istedigim-buydu.html

10 Ekim 2010 Pazar

Cep telefonum çalınırsa veya kaybolursa ne yapmam gerekiyor?



Öncelikle telefonunuzun faturalı olması gerekiyor. Sonra, telefonun IMEI numarasını (cep telefonu seri numarasını) kaydetmiş ve telefonun faturasını saklamış olmak gerekiyor. Telefonun IMEI numarasını mobil cihaz kayıt sisteminden kontrol için http://imei .tk .gov.tr/ adresinden sorgulama yapılabiliyor.

Eğer telefonunuzu bulmak istiyorsanız savcılığa başvurmanız gerekiyor. Bununla ilgili prosedürleri internetten bulmak mümkün. 

Yok, benim gibi sadece "Çalan kullanamasın bana yeter" diyenlerdenseniz yapmanız gereken işlem basit:

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun Bilgi ve İhbar Merkezi'ni arıyorsunuz.

(312) 444 9 777 numaralı telefondan 7/24 ulaşabileceğiniz müşteri temsilcisi size telefonun kimin adına kayıtlı olduğunu, TC kimlik numaranızı ve telefonun IMEI numarasını soruyor.

Sonuç olarak cep telefonunuzun IMEI numarası en geç 48 saat içerisinde bloke ediliyor. Siz de sonucu size verilmiş olan ihbar talep kodu ile takip edebiliyorsunuz.

Böylece, size yaramayan telefon başkasına da yâr olmamış oluyor.

Herkes bu basit yöntemi uygularsa, hırsızlar mecburen cep telefonlarını çalmaktan vazgeçmek zorunda kalırlar.

Hayır, hiçbir şeye değil de cep telefonumda kayıtlı olan kızımın resim ve video görüntülerine yanıyorum :(
Dizüstü bilgisayarlarda da olduğu gibi cep telefonlarındaki bilgiler bazen içindeki cihazdan daha önemli olabiliyor .

5 Ekim 2010 Salı

Yoğurt yapma makinesi gerekli mi?

"Yoğurt makinesine gerçekten ihtiyaç var mı?" diye sorar çoğu anne.

Aslında elbette zorunlu bir ihtiyaç değil. Zira yoğurt yapmak kolay bir işlem. 
Gelgelelim bebeğinin peşinde koşmaktan fenalık geçirmiş, her 2 saatte bir taze yemek yapan bir anne için her gün taze yoğurt mayalamak çok zor olabiliyor. Ben hemen hemen 2 yıldır yoğurt yapma makinesi kullanıyorum. Memnunum. Arada makinem bozuldu, yaptırdım. Kullanmaya devam ediyorum. Pek çok arkadaşım sırf üşendiklerinden taze yoğurt yapmıyorlar. Oysa bizim doktorumuz "En fazla bir gün önceki yoğurdu yedirin, 2 günlük yoğurt yedirmeyin" demişti bize; nedenini bilmesem de kızıma her zaman taze yoğurt yapıyorum. Ama makinem olmasaydı ben de üşenebilirdim doğrusu.

Yoğurt makinesinin avantajları nelerdir?
  1. Sütü ısıtmak gerekmez. Buzdolabından çıkardığın sütü bile doğrudan makinenin içine koyabilirsin ve yoğurdun yine de kıvamında olur.
  2. Maya olarak kullandığın yoğurdun da oda sıcaklığında olması gerekmez.
  3. Sütün ısısını ayarlamak için beklemen ve gelip gidip parmak veya dereceyle sıcaklık kontrolü yapman da gerekmez.
  4. Bebek uyuduktan sonra, akşam yatmadan yoğurdu mayalarsın, sabah kalktığında yoğurdun hazır olmuş olur. Tuttu mu, tutmadı mı; kavanozu oynatsam mı, yoksa biraz daha mı beklesem derdin olmaz. 4-5 saat içinde yoğurdunun hazır olacağını bilirsin.
  5. Ayrı ayrı, minik kavanozların içinde yaparsın yoğurdunu. Dışarı çıkarken bu kavanozları yanına alabilirsin. Ayrıca bebeğinin ne kadar yediğini, miktarı belirli olan bu kavanozlar sayesinde ölçebilirsin. Kavanozları ayrıca bilumum diğer mamayı yanında taşımak için de kullanabilirsin.
İşte benim yoğurt makinem:
Tefal pahalı olan markalardan. Aldıktan sonra fark ettim ki çalışma prensibi çok basit. Dolayısıyla bu kadar pahalı olmayanlar da aynı işi görür.

Yoğurt makinesi alırken bence dikkat edilmesi gereken noktalar şunlar:
  1. Ayrı ayrı minik kaplarda yoğurt yapmak hem bebeğin yiyeceği miktarı ayarlamak açısından kolaylık, hem de yoğurdunu taze ve sulanmamış yemeyi sevenler açısından faydalı.
  2. Kapların cam olması önemli. Bazı markaların kapları plastik oluyor. Ben kullanmadım ama kullananlar plastiğin kokusunun yoğurda sindiğini söylüyorlar. Zaten kokusu sinmese bile plastiğin 40 derecede ısınmasının zararlı olabileceğini düşünüyorum.
  3. Kapların tamamını içine alan bir makine daha iyi olabilirmiş. Yani demek istediğim şu ki, resimde de görüldüğü gibi benim makinemde kapların yarısı şeffaf kapak kısımının içinde. Oysa ısınan ve sıcaklığı veren kısım diğer taraf. Sanırım bu nedenle, yoğurtlarımın üstü daha sulu olurken ısınan kısmın içinde kalan alt kısım daha yoğun oluyor. Belki de bunun nedeni sadece mayanın dibe çökmesi de olabilir. Ama yine de kapların hepsini olduğu gibi sıcak bölgeye alan başka markalar da görmüştüm, belki bu şekilde yapan makinelerde daha yoğun olur yoğurtlar.
Yoğurdu her yaşta yemek lazım. Taze yoğurdun tadı da bir başka oluyor. Eşim akşamları televizyon karşısında geçerken eline bu kaplardan bir tane alıp izlerken yemeye bayılıyor. Dolayısıyla bir tek bebeğim değil, hepimiz faydalanıyoruz makineden.

Kızım ilk 6 ay sadece anne sütü emdi. Sonra ilk başladığımız ek gıda yoğurt oldu. Bir çay kaşığı, 2 çay kaşığı derken 6. ayın sonunda yukarıda görülen kaplardan bir adet bitiriyordu. Derken yoğurt yemeyi birden kesti. Sanırım 8. aydan itibaren yoğurt yemeyi reddetti. Ama bu makinelerle mayalama derdim olmadığından ve biz de severek yediğimizden ben mayalamaya devam ettim. Azar azar dudaklarına yoğurt sürüp duruyordum. Derken 12. ayda birden yoğurdu tekrar yemeye başladı ve şu an yani 12. ayın sonunda yukarıda görülen kaplardan 2 tanesini rahatlıkla bitiriyor.

Dolayısıyla; ben bir yoğurt mayalama makinesinin zaruri olmayan ama annelerin işini kolaylaştırması bakımından alınması gerekli bir alet olduğunu düşünüyorum.

Merak edenler için makinede yoğurt yapımı:
Kapların içine süt konulur. Her bir kaba bir çay kaşığı yoğurt eklenir.  Kaplar makineye yerleştirilir, makinenin düğmesine basılır. Akşam yaparsanız, sabah kalktığınızda yoğurdunuz hazırdır. Buhar yapmaması için soğuyuncaya kadar beklenir. Kapların ağızları kapatılıp buzdolabına konulur ki biraz daha katılaşsın. Yemeden önce buzdolabından çıkartılıp oda sıcaklığında ılıması beklenir. Sonra da bebeğinizin midesine gidiverir. İşte hepsi bu kadar :)

Not: Yoğurt yapmaya üşenen annelere kefir mayalamak daha kolay gelebilir. Ayrıca kefirin hem probiyotik hem de prebiyotik olması bağırsaklar açısından fazladan fayda sağlıyor.

Not: Eğer katı ve lezzetli yoğurt yapmak istiyorsanız:
  1. Maya olarak önce organik yoğurt, sonra da kendi yaptığınız yoğurdu kullanın. Normal hazır yoğurtlardan kullanırsanız, yoğurdunuzun sümüksü olduğunu, erimiş kaşar gibi uzadığını görebilirsiniz.
  2. Çiğ süt kullanın. Çiğ süt bulamıyorsanız en azından günlük şişe süt kullanın.Yağı alınmış sütten katı yoğurt olmaz. Sütü kutularken içinde ne gibi maddeleri öldürüyorlarsa hem tadı gidiyor hem de yoğurdu sulu oluyor. Ben bir süt obur olarak, kutu sütlerden hoşlanmıyorum.
  3. Malzemeler (yani süt ve maya) mümkün mertebe oda sıcaklığında olsun. Buzdolabından çıkar çıkmaz veya kaynamış ama 40 dereceye düşmemiş sütle yoğurt yaparsanız ekşi ya da sulu olma riski fazla olur. Yine de ben çoğu zaman buzdolabından sütü çıkartıp hemen mayalıyorum. Ekşi, sulu filan olursa da ayran yapıveriyorum.
  4. Yoğurdu soğumadan buzdolabına koyarsanız, buhar yapar ve buhar kapağına çarpıp su olarak yoğurdun içine geri düşüp yoğurdu sulandırır. Ama eğer buzdolabına kaldırmak için yoğurdun soğumasını beklemek istemiyorsanız yoğurt kaplarının kapaklarını kapatmadan önce, kabın ağzı genişliğinde bir parça peçete koyup kapağını öyle kapatın. Bu durumda oluşan buharı peçete emer ve yoğurdun sulanmasını engeller.
Not: Eğer evinizde fırınınız varsa, onu da yoğurt yapmak için kullanabilirsiniz tıpkı yoğurt makinesi mantığında. Kapaklı kaplarda sütü mayaladıktan sonra kapağı kapalı olarak fırına koyup, fırını 50 derece sıcaklığa getirip 15-20 dakika bekleterek fırını kapatın. 4-5 saat sonra yoğurtunuz mayalanmış olacaktır.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Diş buğdayı partisi yapmalı mıyım?

Bence, kesinlikle yapmalısınız.

Biz yaptık; çok eğlendik; kızım da çok güzel bir gün geçirdi.

Öncelikle diş buğdayı nedir, niye yapılır anlatayım: Diş buğdayı, bebeğin ilk çıkan dişini kutlamak amacıyla gerçekleştirilen, çok eski bir Anadolu geleneğiymiş. Bu kutlamada, bebeğin dişlerinin sağlam olması ve rızkının bol olması dilenirmiş.Kutlama sırasında bebeğin başından buğday serpilir, bebeğin boynuna da buğdaydan yapılan bir kolye takılırmış. Misafirlere de yapılan diş buğdayı ikram edilirmiş.

Diş buğdayını nasıl hazırladım, kimleri davet ettim, misafirlerime ne gibi sürprizler hazırladım, menüde neler vardı gibi detayları yazmaya çalışayım.

Öncelikle diş buğdayı hazırlama konusunda kendimi zorlamadım; fazla süsleme ile uğraşmadım, çok malzemeli yapmaya kalkışmadım (ki buğdayların içine akide şekeri, badem şekeri, leblebi şekeri gibi şekerler veya nar gibi meyveler ile tuzlu olarak yapılacaksa ceviz gibi kuruyemiş de koyulabiliyormuş aslında). Parti günü sabahı iki kilo buğdayı düdüklü tencerede haşlayıp bir paket pudra şekeri ile karıştırdım. Herkes de severek yedi.



İşin sürprizli kısmı sunumundaydı: Marketten aldığım renkli plastik bardaklara buğdayları koydum. Üzerine yine marketten aldığım diş şeklindeki jelibon şekerleri koydum (aslında vampir dişi şeklindeydiler ama önemli değil). Parti malzemeleri satan bir internet sitesinden ısmarladığım süsleri de bardakların içine koyduğum buğdayların arasına batırdım. Kendimce şık bir sunum hazırladım.

İşte vampir dişlerimiz :)

Misafirlerim için hazırladığım diğer bir sürpriz bir diş buğdayı geleneği: Diş buğdayı bardaklarından birinin içine streç filme sararak attığım 5 kuruş (Esasen bir çeyrek altın atılırmış ama ben biraz cimriyimdir :) Bardağında bu 5 kuruşu bulan misafir kızıma hediye alacak. Bu işin raconu böyleymiş :) Ben de internette yaptığım araştırmalardan öğrendim; söyleyenlerin yalancısıyım :)


Nazar boncuklarımızın ucunda da minik yunuslarımız vardı.
Bir diğer buğdaylı eğlence, kızıma buğdaylardan yaptığım kolyeydi. Kızımın ileride çıkacak 32 dişini temsilen 32 buğdayı bir gece önceden haşlayıp ipe dizdim. Süslü olması için de her 6 buğday tanesinden sonra bir de nazar boncuğu ekledim. Kızım parti günü, gün boyu, bu şık kolyesi ile dolaştı. Bir ara kolyeyi yemeye de kalktı da, zor kurtardık elinden :)

Sonra kızımla beraber apartman komşularımıza diş buğdayı dağıttık kapı kapı gezerek. Böylece tüm komşularımızla da tanışmak için bir bahanemiz olmuş oldu. Kızım ilk önce anlamadı, fakat durumu anlayınca çok neşelendi. Tek tek kapıları çalıp önünde bekliyoruz; kapı açılıyor ve içeriden sürpriz bir meraklı yüz uzanıyor; ben durumu açıklayıp bardak tepsisini uzatıyorum; karşıdaki kişi geleneği biliyorsa bize küçük bir hediye veriyor (herhangi bir şey olabilir, bir paket bisküvi mesela); gelenekleri bilmese bile herkes kızıma doğru eğilip onunla konuşuyor, iyi dileklerde bulunuyor ve bardak için teşekkür ediyor. 1-2-3 derken kızım olayı anladı ve her kapının önünde heyacanla bekledi.

Sonra meslek seçmece oyunu oynadık. Kızımın önüne değişik meslekleri temsilen değişik nesneler koydum. İlk olarak hangi nesneye uzanırsa ileride o yönde bir meslek seçecek ya da o yönde bir eğilim sergileyecek demekmiş. Örneğin ilaç kutusuna uzanırsa eczacı olacak, kitaba uzanırsa iyi okuyacak, Kuran'a uzanırsa dini bütün olacak gibi... Benim kız kredi kartına uzandı :) Artık babası gibi bankacı mı olacak, yoksa alış veriş meraklısı mı olacak; onu zaman gösterecek.

Eve çağırdığım davetli sayısını kısıtlı tuttum ki hem samimi bir eğlence olsun hem de kızım kalabalıkta ve tanımadığı kişiler arasında gerilmesin. Çok da iyi yapmışım. Parti günü evimizde, biz de dahil olmak üzere 10 yetişkin ve 3 çocuk vardı. Bence ideal bir kalabalıktı.

Çocuklar için konfeti bombaları patlattım, köpükten balonlar yaptım... Tüm etkinlikleri kamera ile görüntüledim. Çocukların da partimizde eğlendiklerini sanıyorum.

Buğday bardaklarına iliştirdiğim süslerle salonda sağa sola serpiştirdiğim balonları da evden ayrılan misafirlerimize parti günümüze özel birer anı olarak verdim.

Bu arada kapı süsümüzü de unutmayayım; ki uzun bir süre kapımızda durmaya devam etti. Kızım her kapıyı açışımızda bu süsle oynadı durdu. Kapı süsümüz, aynı zamanda, evimize gelen konuklarımızın da gülümseyerek içeri girmelerine vesile oldu. İyi bir seçimdi sanırım...




Menümüze gelince: Annemin getirdiği zeytinyağlı yaprak sarma, mercimek köftesi ile tatlı ve tuzlu kuru pastalar; benim tam tamına 5 dakika içinde hazırladığım yaş pasta ve yine 10 dakika içinde baklavalık yufka kullanarak hazırladığım karnı yarık börek ile kornişonlu, mısırlı, yeşil salata vardı. Masa dolu doluydu ve herkesin karnı doydu sanırım.


Crem Ole Pasta

Bir de yine annemin getirdiği, konuklarımıza ikram ettiğimiz badem şekerleri ile çakıl taşı süsü verilmiş çikolatalarımızı unutmamak lazım.




Günün sonunda diğer arkadaşlarım da bebeklerine diş buğdayı partisi yapmaya karar verdiler ki, onlar da benim kadar eğlenmiş olmalılar.