Bu yazı tamamen bir içsel konuşmanın dökümüdür. Kendi kendime hesaplaşmaya çalışıyorum.
Malum yakın bir zamanda genç, güzel ve hayat dolu bir anne öldü.
Arkasından atıp tutanlar arama yapıp da yazımı bulmasınlar diye adını yazmak istemiyorum. Mekanı cennet olsun, ruhu huzur bulsun...
Pekçok kişi bir kere daha ölümle sınandı; anne blog yazarları arasında ölüm korkusu nedeniyle bunalıma girenler oldu; pekçok kişi hayatını ve önceliklerini gözden geçirdi vs vs.
Bir takım insanlar da kadıncağızın nerede ve nasıl öldüğünden yola çıkarak bir takım yargılamalara giriştiler. Konuyla ilgili polis tutanaklarına yansıyan ifadeler doğru veya değil... Ama ya doğruysa ne fark eder? İşte bu noktada beni de aldı bir düşünce:
Ben anneyim. Aynı zamanda ve öncelikle bir kadınım. Kendime ait bir hayatım, düşüncelerim, duygularım var. Anne olmakla ben bu hayatı, bu vücudu ve duygularımı bebeğime adamış mı oldum? Benim hareketlerimin bebeğim için bir utanç kaynağı olabilmesi mümkün mü?
Olmamalı, böyle olmamalı... diyor içimden bir ses.
Bu vücut ve bu kalp ve bu beyin bana ait. Eğer eşimi aldatmak istiyorsam aldatma hakkım olabilmeli. Eğer eşimle serbest bir evlilik sözleşmesi yapmışsak, anne olmama rağmen böyle yaşama hakkım olmalı. Eşimle aramızdaki ikili ilişki ile bebeğimle aramızdaki ikili ilişki biribirinden ayrı olmalı. Ben bütün hayatımı bebeğimin annesi, eşimin karısı sıfatları ile yaşamak zorunda kalmamalıyım. Başka bir adamın evinde ölür kalırsam kimse beni günahkar, terbiyesiz vs sıfatlarla yargılayamamalı...
Bu dünyada günahı olmayan mı var? Bu dünyada sevdiklerine saygısızlık yapmamış olan mı var? Bu dünyada bedenine kötü davranmamış olan mı var?
Hamileyken sigara içen bir kadın iyi anne olabiliyor da iki yaşında çocuğu varken kocasını aldatan kadın için neden "Böyle anne mi olur?" deniyor. Benim bir gecelik ilişki yaşayabilir biri olmamla, anneliğim nasıl ölçülüyor?
Demek ki insanlar anneliğe kutsallık atfediyorlar. Annelerin günah işlemeyeceğini, ahlaken üst noktalarda yaşaması gerektiğini var sayıyorlar. Belki de annelerin mükemmellik saplantılarının altında toplumun bu yöndeki baskısı var. Anne ahlaken mükemmel, hatta kutsal olmak zorunda...
Ben bir kadınım. Bir erkeği sevdim, baba olarak uygun buldum ve bir bebek doğurdum. Böylece kendimi gerçekleştirmiş oldum.
Pek sevdiğim bir yazar olmamakla birlikte (kitaplarının ağırlıkla çeviri olduğu zannı uyandı bende) Sabiha Paktuna Keskin'in "Çocuklarla Doğru İletişim" kitabının 37'nci ve devamı sayfalarında bir insanın derinlerinde neden anne baba olmak istediği şöyle anlatılıyor:
1. Gençler neden evlenir?
"Erikson'a göre, 20-30'lu yaşlarda artık ben merkezcilikten uzaklaşılır. Hayat boyu sürmesi amaçlanan ikili ilişkiler kurulur. Bu dönem, yakınlaşma dönemidir.
Erken yirmili yaşlarında insan 'Ben her şeyi iyi bilirim', 'Her türlü sorunu çözerim' iddiasındadır. Bıraksanız dünyanın açlık, eşitsizlik, silahlanma vs gibi tüm sorunlarına bir çırpıda çözüm üretir. Ürettiği çözümlerde sakın mantık arayıp, onunla tartışmayın. Savunduğu tezlere mantığıyla değil yüreğiyle inanır.
İlerleyen yirmili yaşlarla birlikte, başkalarının varlığını kabul ve başkalarının hakkına saygı duygusu gelişir. Yüreğindeki sevgi kendinden başkalarına yönelir. Kendisinde olmasını arzu ettiği özelliklere sahip olduğuna inandığı, karşı cinsten birine yakınlaşmak ister.
Bu nedenle, bu dönemde her iki cinsin birbirlerini tanımalarına fırsat verecek, düğün, dernek, piknik, folklorik ve sportif etkinlikler gibi sosyal olgular toplum tarafından teşvik edilmelidir. Teşvik edilmelidir ki, her iki cins, bu gibi toplumsal etkinliklerde, toplumda kabul gören yetişkin davranışlarını izleme olanağı bulsun. Dolayısı ile kendine uygun model davranışı belirlesin. Kendine en uygun davranışı gösteren karşı cinsi seçebilsin.
Yakınlaşma dönemi bekleneni vermez, kişi yanlış eş seçer ya da hiç eş seçemezse, giderek insanlardan ürken yalnız biri olur.
Bu dönemde uygun eş seçmek, dönemi doyuma götürecek belki de en sıradan, en kolay, en alışılagelmiş bir yöntemdir. Ancak, bu dönemi doyuma götürecek tek yol değildir. Kişi hem yalnızlığı seçip, hem de kendine özgü üreticilik ve verimlilikle, 40-50'li yaşlarda beklenen doyuma pekala ulaşabilir."
Tüm bu anlatılanlar çok mantıklı. Demek ki 20'li yaşlarda bu nedenle sosyalleşiyor, toplu eğlence mekanlarına gitmek istiyoruz. Kafamıza göre birini seçmek, yakınlaşma döneminin bir gereği. Ve demek bu nedenle geç evlenen ya da hiç evlenmeyen insanlara "evde kalmış" diyoruz, kınıyoruz, küçümsüyoruz... Oysa bizim verimli olmadığını düşündüğümüz bir kişi, pekala bizden daha üretken olabilir. Ama biz işin kolayına kaçıyor veya şanslıysak kolayına kaçma fırsatı buluyor ve evlenerek bir dönemimizi verimlilikle sonlandırmış oluyoruz.
2. İnsanlar neden çocuk yapar?
Çünkü; çocuk eserdir.
"40'lı-60'lı yaşlar, üretkenlik ve yaratıcılığın beklendiği dönemdir. Bu dönemde insan geleceğe övünerek bırakacağı bir eser yaratmalıdır. Yaşamın bu döneminde bu aşama gerçekleşemezse sonuç verimsizlik olur. Çocuk yetişirmek bu dönem için oldukça başarılı verimlilik göstergelerinden biridir. Gerek erkek, gerekse kadın için, kısırlık; eksik, kusurlu, suçlu, istenilmeyen olmak gibi olumsuz duyguları beraberinde getirir.
40'lı-60'lı yaşların üretkenliği için çocuk yetiştirmek tek çözüm değildir. Kişiye özgü, gelecek kuşaklara çocuktan başka bırakılacak eserler de vardır. Yeter ki kişi, bırakacağı eserle tatmin olsun."
Demek ki insanoğlu neslini sürdürme dürtüsü ile ürediği gibi, ayrıca eser sahibi olabilmek, üretici zamanını verimli geçirebilmek için çocuk sahibi olmaktadır. Çocuk sahibi olmanın başkaca ulvi bir amacı yoktur. Çocuk sahibi olamayan erkek ve kadın nasıl ki kınanamazsa, çocuk sahibi olanların da kutsallaştırılmaması gerekmektedir. Önemli olan kişinin ürettiği eseri ile tatmin olabilmesidir.
3. Eser ne demektir? Çocuk yapmaktan başka neler "eser üretmek" kapsamında sayılabilir?
"Eser; emektir.
Herkes gezip tozarken, onun çatı katında daktilosunun başında, sabahlara kadar yazı yazmasına kimse bir anlam veremezdi.
Kendi sağlığını ihmal eder, evini paylaştığı köpeği için dünyaları verirdi.
Üretmek için kişiliğin, ölümüne disipline edilmesi gerekir. Üretebilmek için yıllarca ilmek ilmek uğraş vermek gerekir. Yeterince emek olmayınca üretkenlik dönemi yeterli tatmin duygusunu veremez.
GÖ, 53 yaş, kadın
Kendisi heykeltraş, eşi ise mimardı. Gelecek kuşaklara bırakacakları eserler yarattılar. Onlar çocuk sahibi olmak istemediler. Bunun eksikliğini de hissetmediler."
Elimizden gelenin en iyisini yaparak, geceli gündüzlü çalışarak ortaya çıkardıklarımız bizim eserimizdir. Ben tez yazarken ya da akademik kariyerim için sınavlara hazırlanırken günlerce, aylarca hatta yıllarca doğru düzgün uyumadığımı, yalap şap beslendiğimi, hareketsiz ve eve tıkalı kaldığımı biliyorum; kendimi bakımsız ve hantal hissetmiştim. Aynen yeni doğum yapmış bir anne gibi. Ama eserim ortaya çıkmaya başladığında ve tamamlandığında tarifsiz bir keyif almıştım. Bir tamamlanmışlık duygusu hissetmiştim. Hatta hiç unutmuyorum ilk kitabımı elime aldığımda ve ilk makalemi basılı gördüğümde "Sanki çocuğum olmuş gibi hissediyorum" demiştim. Ama tam olarak açıklamasını yapamamıştım. İşte açıklaması bu: Ben bir eser meydana getirmek üzere programlanmışım; tıpkı benim çocuğum gibi kitaplarım da beni geleceğe taşıyacak eserler ve ben böylece var olma nedenimi gerçekleştirmiş oluyordum.
şimdi kızımı yetiştirirken de uykusuz gecelerim, yorgun günlerim oluyor, eve kapalı kalıyorum, yediğimi içtiğimi anlayamıyorum, kendimi tezime adadığım gibi kızıma da adıyorum. Neden? Kutsal bir varlık olduğum için mi? Hayır, kendi varoluşuma anlam katmak için.
Demek ki bu nedenle bazı insanlar kariyerlerini tercih edip, çocuk yapmıyorlar: Varoluşlarının temel nedeni olan üretme duygusunu zaten hissedebildikleri için. Demek ki bu nedenle kadın bilim ve sanat insanları azınlıkta: Zira kadınlar çocuk doğurmak ve büyütmekle varoluşlarını yeterince anlamlandırabiliyorlar, başka eserler meydana getirmek için emeklerini bölmek istemiyorlar. Demek ki bu nedenle erkekler kendilerini muhakkak çalışmak zorunda hissederken, kadınlar ev hanımı olmayı tercih edebiliyorlar: Zira en büyük eser evde yaratılabiliyor. Demek ki bu nedenle çalışmaya, çocuktan başka eserler üretmeye alışmış kadınlar sadece çocuklarına emek verirken kendilerini eksik hissediyor, eski eserlerinin başına dönmek istiyorlar. Demek ki bu nedenle bazı kadınlar 6-7 çocuk sahibi oluyor, yine de doymuyorlar, gelecek kuşaklara bırakacakları daha çok esere sahip olmak istiyorlar.
4. İnsanoğlunun bir eser meydana getirme dürtüsünün nedeni nedir?
"Esasında tüm bu aşamaların amacı, altmışlı yaşlardan sonraki benlik bütünlüğü ve 'ölümü' kabul dönemine hazırlıktır. 60'lı-80'li yaşlar, bebeklikten itibaren geçirilen tüm evrelerin muhasebesinin yapıldığı bir dönemdir. Kişi yaşadıklarını kabul ya da reddeder. Eskinin, arzu edildiği biçimde yaşanmamış olması umutların tümden kaybını ve beraberinde ölüm korkusunu getirir.
Ölümü kabullenmek, ölüme hazır olmak kolay değildir.
Bir eser meydana getirmek, yaşlılık döneminde huzur içinde ölüm olgusunu kabul edebilmenin süreklilik ve disiplin gerektiren ön hazırlıklarıdır. Yaşlılık dönemine kadar yaptıklarından tatmin olmuş kişiler bu dönemi huzur içinde geçirirler.
Yaşlılıkta, el ayak tutmadığında bakmaları için çocuk yetiştirildiği sanılır. Bu kanı yanlıştır. Çocuk, geleceğe bırakılacak bir eserdir, geleceğe aktarılacak genetik materyaldir. Bu esere verilen emek, yaşlılıkta iç huzurun garantisidir. Sonuç olarak insan üremeyi garanti altına almak için içgüdüsel olarak çocuk doğurur ve yetiştirir. "
İşte bu nedenlerle 60 yaşından önce ölenlerin arkasından daha çok üzülüyoruz. Çünkü henüz üretimlerinin keyfini sürememiş insanlar onlar. Çocuklarımızın eğitimi ve kişisel gelişimleriyle bu nedenle bu kadar çok uğraşıyoruz; zira biz yaşlandığımızda onlara verdiğimiz emek sayesinde meydana gelen eserlerimizle tatmin olmuş ya da olmamış olarak ölümü ya kabullenip tonton bir ihtiyar olacağız ya da memnuniyetsiz, huysuz ihtiyarlar olacağız.
İşte bu nedenle çocuğu olan bir annenin ölümü bize ağır geliyor. Zira o anne henüz eserini tamamlayamamıştır. Biz de anneler olarak bu nedenle ölümden bu kadar çok korkuyoruz, zira eserimizi tamamlamak ve o tamamlanmış eserle varoluşumuzu tatmin edip, huzurlu ölmek istiyoruz.
Ben henüz hamile kalmadan önce çok yalvarmıştım: "Tanrım, senden de bu hayattan da razıyım. İstersen canımı hemen şimdi alabilirsin, gözüm arkada kalmaz. Ama ne olursun bebeğim olduktan sonra canımı alma, bebeğimi annesiz bırakma" demiştim. Sonra da duam kabul olmuş gibi bir ferahlama hissetmiştim. Demek ki nedeni buymuş... Bir eser meydana getirmek ve eserimin tamamlandığını görüp huzur içinde gözlerimi kapamak istemişim.
Şu anda ise ölsem, o kadar da üzülmem. Kızıma eliminden gelenin en iyisini yaptım, bundan sonrasında ise yanında olsam iyi olur ama artık ben olmasam da eserim doğru yolda ilerleyebilir gibi hissediyorum (16 aylık).
Sonuç: Evet, bir eser meydana getirmek istedim. Evet, her eserim gibi ona da kendimi adadım. Vücudumu ve duygularımı yok saydım, ilmek ilmek ürettim. Ama bunu kızımın kafasına kakamam "Senin için saçımı süpürge ettim" diyemem; çünkü onun için değil, kendim için yaptım tüm bunları. Ve ben bir eser meydana getirdiğim için insanlık adına önemli biri olabilirim ama bu durum bana bir kutsallık atfedilmesini gerektirmez. Ben de tüm diğer üretime programlanmış insanlar gibi biriyim. Havva kızı olduğum için ahlaki açıdan üstün insan olmam benden beklenmemelidir. Benim hala bir bedenim ve ruhum var; isteklerim, beklentilerim var... Eserim meydana çıktıktan sonra, bana onun keyfini sürmesi kalır. Ömür boyu adanmışlık her insan için çok fazla. Bari ölürken beni rahat bırakın, görevimi yerine getirdim ben...