Sınıf farkı gözetmeyen milli yiyeceğimiz: Simit :) |
Orta sınıf bir aileden geliyorum. Daha doğrusu, küçükken kendimi Türkiye çoğunluğunun tabi olduğunu düşündüğüm orta sınıfa dahil sanıyordum. Sonra büyüdükçe ve kozamdan çıkmaya başladıkça, farklı dünyaların da olduğunu gördüm. Gördüklerimden utandım ve kendimi üst-orta sınıfa mensup olarak nitelendirmeye başladım.
Yalnız burada meydana gelebilecek bir yanlış anlaşılmayı da düzeltmek isterim: Yaptığım sınıflama gelir düzeyine değil, yaşam kalitesine aittir. Zira akrabalarımız arasında bizden katbekat zengin insanlar vardı ama bizim gibi yaşamıyorlardı. Biz lüks bir semtte kirada oturuyorduk. Bir köpeğimiz vardı ve köpeğimizi de tavuk etiyle besliyor, o seviyor diye özel susamlı kurabiyelerden alıyorduk. Akrabalarımızdan biri bir gün benim yanımda: "Fakirin çocuğu olacağına, zenginin köpeği ol. İşte böyle el üstünde yaşarsın" demişti. Annem hiç istifini bozmadı, gülümsedi geçti her zamanki gibi ama ben çok şaşırmıştım. Kendimizi zengin olarak görmüyordum hiç. Eve dönünce annemle konuştuk. Annemin söylediklerini asla unutmam: "Kızım biz babanla sabahtan akşama çalışıyoruz. Kirada oturuyoruz ve henüz bir arabamız yok. O konuşan akrabam ise artık çalışmıyor. Çalıştığı süre içerisinde 5 katlı bir bina yaptı. Binanın her bir katında bir evladı oturuyor. Boş kalan daireler ise kirada. Çocuklarının gelirleri de aileye katılıyor. Sahibi oldukları arabaları saymıyorum ama bir de çalıştırdıkları taksileri var ki (o dönem) plakasının ederi 1 trilyon lira. Ama bırak hayvanları beslemeyi, çocuklarına süt almaya bile paralarının olmadığını söylerler", demişti. Zaten görüntü olarak da o kadar yoksulluk içerisinde yaşıyorlardı ki sahip oldukları servet beni şaşırtmıştı. O zamanlar işte zenginliğin sahip olunan mallar ile ölçülmemesi gerektiğini anlamıştım. Biz gerçekten de onlardan çok daha zengindik.
Sonraları kelimenin gerçek anlamında zengin insanlarla tanıştım. Akrabalarım arasında da çok zengin olanlar vardı. Farklı bir dünyada yaşıyorlardı. O dünya da ilgimi çekmedi. Onlar da tıpkı diğerleri gibi mala fazla önem veriyorlardı. Birbirlerinin takılarına, kıyafetlerine, arabalarına, evlerine, mobilyalarına bakıyorlardı ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu. Belki gittikleri, gezdikleri yerler çok kaliteliydi ama hep diken üzerinde oturman gerekiyordu. O dünya da ilgimi çekmedi.
Ben akademik hayatı tercih ettim. Sahip olduğum özelliklerle özel sektörde çalışsam şu anda aldığım maaşımın 4 katını alırım. Ama hayata bir kere geliyorum ve sevdiğim işi yapmak istiyorum. Yani para ve mal varlığı benim için ancak ihtiyaçlarımı karşıladığı oranda önemli oldu.
Bu kadar lafı da niye ettim, bana tüm bunları hangi olay düşündürdü? Kızımın 2 yaş genel sağlık kontrolü için doktora gittik. Doktorumuz parasal anlamda zengin, üst gelir sınıfına hitap eder bir doktor. Ama genç yaşında profesör olmuş ve ileri yaşına rağmen hala haftanın 6 günü çalışan, işine aşık, çocuklara aşık, bilgili ve tecrübeli bir doktor. Hem benim hem de annemle eşimin içine siniyor. Üstelik diğer doktorlar 15 dakikada bir randevu verirken, bu doktorumuz 30 dakikada bir randevu veriyor; yani kızıma ve bize daha fazla vakit ayırıyor. Gerekirse ağlamasının dinmesini beklemeye zaman oluyor. Ayrıca muayenehanesi tüm apartman dairesini kaplıyor ve salonu baştan aşağı oyuncak dolu. Kızım oradaki oyuncaklarla zaman geçirmeye bayılıyor. Ayrıca kızımı (çok şükür) sık sık doktora götürmem de gerekmediğinden, doktora verdiğimiz para da gözüme batmıyor.
Her neyse, kontrol sırasında yavaş yavaş memeden uzaklaştırmaya çalıştığım kızıma bir de doktorumuzdan destek gelsin diye: "Boyu ve kilosu yeteri kadar ilerlediğine göre artık kızım abla olmuş sayılır değil mi Doktor Teyzesi? Bu durumda artık meme emmesine de gerek yok, öyle değil mi?" dedim. Doktorumuz da hemen bir hikayeye başladı: "Evet, tabii ki. Bir Diş Perisi var, biliyor musun? 2 yaş doğum gününden sonra tüm memeleri kesiyor." dedi. Kısa bir şok geçirdim. Kızıma peridir, cindir filan anlatmam zaten. Keloğlan'dan bile hazzetmem ama Diş Perisi daha da yabancı kızıma. Üstelik de memeleri kesiyormuş... Kızımın da benim de yüzümüz değişti bir anda. Doktorumuz bu durumu fark etti ama hikayeye de devam ediyor bir yandan: "Sonra bir dükkana gidiliyor. Yeni meme alınıyor. Kasadan geçtikten sonra bir bakılıyor ki Diş Perisi yine kesmiş memeleri." Derken ben durumu aydım: "Biz" dedim "Emzik emmedik hiç, Doktor Teyzesi. Bırakmak istediğimiz meme, annenin memesi". Hepimiz rahatlayıp gülmeye başladık bir anda. Doktorumuz emziriyor oluşuma sevindi, 3 yaşına kadar emzirmemde bir sorun
olmadığını ve her ikimizin de rahat olduğu bir dönemde memeyi bırakmaya
çalışmamızın daha doğru olacağını söyledi.
Kadıncağız haklı. Notlarına göz gezdirmeden konuşmaya başlamıştı. Oraya gelen annelerin hemen hepsi çocuklarına emzik veriyorlar ve geçen gidişimizde söylediğine göre de, an itibariyle hastaları arasında en uzun emziren anne de benim sanırım. Ama onun haricinde doktorumuzun, benim de kızımın da Diş Perisi'nden bihaber olabileceğimizi aklına bile getirmemiş olması çok ilginçti. Demek ki oraya gelen tüm anneler ve çocukları Diş Perisi'ni biliyorlar. Hangi kültürden geliyor ki bu insanlar? Ben mi farklı bir noktadayım, anlayamadım.
Bilahare doktorun sekreteri de bana "Anneniz nerede, bu sefer yok yanınızda" dedi. Ben de "Evde salça yapıyor, mevsimi kaçırmamak için, gelemedi bu sefer "dedim. Kadın şok geçirdi. "Aaaa, nerelisiniz siz?" diye sordu. Ben de "İstanbulluyum" diye cevap verdim. Bu cevabı alan pek çok kişi gibi sekreter de kızdığım için bu cevabı verdiğimi sandı. "Hayır, yanlış anlamayın, ben Egeliyim. Bizim oralarda hep salça yapılır ama İstanbul çevresinde ve Marmara bölgesinde salça yapana rastlamadım hiç de, o nedenle sordum" dedi. Yok artık, daha neler, dedim içimden. Bir yandan da kadıncağız acaba güneşte kurutulan salça mı sandı diye düşünüp: "Aslında kastettiğim sizin yaptığınız gibi salça değil de, domates ve biber sosu" diye lafı uzattım :) Ama kadıncağız ısrarla bana daha önce İstanbullu olup da kışlık hazırlık yapan kimse görmediğini söylüyor. "Eh, biz yapıyoruz işte" dedim. Ama kadıncağız fikrini desteklemek için bana: "Ben rende kullanmayı bilmeyen bile gördüm" dedi. Nasıl yani? "Rende kullanmak" mı? Araba mı yahu bu? Baktı ki suratımda anlamaz bir ifade var, açıklamaya başladı: "Bir gün bir bebeğimizin annesi aradı bizi. Çocuğuna vermek için hazırlayacağı meyve püresini bilendırdan geçirip geçiremeyeceğini sordu. Ben de Doktor Hanım'ın özellikle cam rende tavsiye ettiğini söyledim. Ama anne, üzgün bir sesle rende kullanmayı bilmediğini söyledi. Ben de kendisine, evde kullanmayı bilen biri olup olmadığını sordum." dedi. Haydaaaaaa, yok yok, ben kesin farklı bir dünyada yaşıyorum. Demek ki evinde rende bulundurmayan, kendi anne-babasının bile rende kullandığını görmemiş olan bir grup insan var çevremizde.
Gerçi bu tür şeyleri duymak iyi oluyor. Bazen insanlarla konuşurken, herkesi kendim gibi sanıp konuşuyorum. Oysa onlar benden çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olabilirler ve söylediklerim onlara çok uzak ve çok anlamsız gelebilir.
Rende kullanmayı bilmeyene çok güldüm. Mutlu oldum sonra da ben Allah'tan öyle izole, toplumdan bihaber şekilde yaşamıyorum. İnsan utanır yahu "rende kullanmayı bilmiyorum" demeye hayret birşey. Bahse girerim böyle rendeyi bile kullanamayan insanlar i-phone'u zehir gibi yalayıp yutmustur ama...
YanıtlaSilMerhaba,
YanıtlaSilDüzenli olarak sitenizi okumaya çalışıyorum, yazı diliniz çok akıcı, çok başarılı bir siteniz var, tebrikler.
Ben de küçükken ve daha epey sonra orta halli bir ailede yaşadığımı düşünüyordum, ancak çevreyi daha iyi inceleme fırsatı buldukça maddi olarak orta ama yaşam tarzı olarak üst sınıf bir ailede büyüdüğümü gördüm.
Rende hikayesi ise çok komik, Jamie Oliver'ın yemek programında, genç annelerin yumurta kaynatmayı bile bilmemeleri nedeniyle, 7-8 yaşındaki çocukların kabak, soğan, patates, pırasa vb. görünce tanıyamamaları geldi aklıma.
Ben şok olmuştum izleyince, nasıl her öğün dışarıdan kebabp, hamburger, pizza yenir diye. Ama rende hikayesi bizim de hızla o yöne doğru gittiğimizi gösteriyor. Jamie annelere chicken nuggetların içinde aslında tavukların eti hariç her parçasının konulduğunu detaylı olarak göstermesine rağmen çocuklarına ısrarla nugget yediren anneler boşuna şoka sokmuş beni.
Canan/www.kitapcianne.com
Yazıda kendimi buldum desem yeterli olur sanırım. Hatta ben niye yazmadım dedim;) Şu zenginlik kavramıyla ilgili fikirlerine kesinlikle katılıyorum o yüzden sanırım çevremde bana göre gelir kaynağı daha yüksek olanlar tarafından tam tersi daha zengin sanılıyorum Oysa tek yaptığımız kazandığımız yaşam kalitemize yatırmak ve kaliteli yaşamak. Parayı kenara koyayım da birikim yapayım bu arada da yadiğimden giydiğimden kısayım diyemedim hiç. Belki bu çok da iyi birşey değildir bilmiyorum ama ben böyleyim en azından. Yarının garantisini verebilen biri olmadığı sürece bugünümü en güzel şekilde yaşamaya devam edeceğim inşallah;)
YanıtlaSilSevgiler.
Ben Kızımın Delisiyim (www.benkizimindelisiyim.blogspot.com)
biz de eşimle bu meseleyi konuşuyorduk. Bence malını sıkı sıkı tutan, zengin olduğu halde parasını rahatça harcayamayan insanlar, zamanında yoksul olup da sonradan varlıklı olanlar. O kadar mal varlığını elde edebilmek için tasarruf etmişler, zamanla bu onlarda alışkanlık halini almış. Şimdi paraları olsa bile hala tasarruf etme çabasındalar eski alışkanlıkları neticesinde. ama bu zenginlik içinde onun adı asrtık tasarruf değil, cimrilik olur.
YanıtlaSilaaaa bizde kışlık hazırlık yapıyoruz ..ve hatta salça da..bak şimdi nelere yabancılaştık.
YanıtlaSilBen bu yazıyı nasıl atlamışım :) Ne güzel yazmışsın. Biz de kendi yağıyla (zeytinyağ ve tereyağ) kavrulanlardanız. Ama mesela durumumuz her iki kızı da kolejde okutabilecek kadar iyi değil. VEya her sene hem istediğimiz giyecek eşyayı alıp hem de yurtdışiında tatillere gidecek kadar değil. Ben de kendimce şöyle bir yaşam planı yaptım; ihtiyarlayıp evde oturuncaya kadar ihtiyaçlarımızdan sonra kalan parayı yeni ülkeler gezip görmek için harcıyacağım. Çocukları büyütüp de çok mobil olmayan tatiller zamanımız geldiğinde de paramı evime güzel eşyalar almak için kullanacağım. Biraz daha yaşlanınca da şu kuyumculardaki koca koca taşlı yüzüklerden bileziklerden falan alacağım :)))))
YanıtlaSilHepsi süper planalr ama yüzük alma arkadaşım. 1 gr altın için 10 tn maden atığı üretiliyormuş. Altın bulmak için kullanılan siyanürün doğaya etkilerini filan saymıyorum bile: http://basitbiryasam.blogspot.com/2012/02/bir-arkadasa-soracaktim-da-i.html
SilDis Perisi´nin bu kadar fazla bilinmesinin sebebi cizgi filmlerdeki Amerikan kulturu yogunlugu olabilir bence,ben Amerikan kulturu hakkinda bildigim cogu seyi cizgi filmlerden ogrendim mesela.
YanıtlaSilDusunuyorum da ben de sizin gibi olmak isterim.Hayalimdeki meslek tercumanlik\cevirmenlik ama kime sorsam bana bir sekilde ogretmen olmam gerektigini soyluyorlar.Sanki herkes ogretmen olabilir,tamam maasi bir nebze iyi ama ben o strese katlanabilecek miyim? Herkes para neredeyse oraya gitmek istiyor,kimse insanin istedigi isi yapmasi gerektigini dusunmuyor.Ben de param olsun isterim ama kendi ayaklarimin uzerinde durabilecegim kadar,ki yapacagim meslek zaten bana bu parayi saglayacak.
İşte herkesin stres anlayışı farklı. Ben de tercümanlığı çok stresli buluyorum. Çeviride vahim bir hata yapacağım diye çok ince eleyip sık dokuyorum. Hele bir de süre sınırı varsa iyiden iyiye stres oluyorum :) Ama belki siz de benim işimi yapsanız, çok fazla gerileceksiniz. O nedenle herkes sevdiği işi yapmalı ki mutlu olabilsin.
SilZaten artık öğretmen olmak zorlaştı. KPSS Sınavı'nı geçeceksiniz, atamanızı bekleyeceksiniz, zorunlu hizmet için ailenizden uzağa gideceksiniz. Memur olmayan biri ile evlenirseniz/evliyseniz, ayrı bir sorun... Bunları da düşünmek lazım.